
Hepimizin zihninde susmak bilmeyen bir gürültü vardır. Bu gürültü bazen geçmişte başımıza gelenleri yüzümüze çarpar, bazen de gelecekte olabilecek korkunç şeyleri gözümüzün önüne getirir. Her iki durumda da kendi haline bıraktığımız zihin, bizi şimdi‘den koparır.
Kimisi bu gürültünün farkındadır ve çeşitli yöntemlerle susturmaya çalışır. Kimisi ise farkında bile değildir, kontrolsüz zihninin kendisini götürdüğü yerlere bir yaprak misali savrulur gider.
Farkında olanlar bu gürültüden kaçmak için televizyon izlemek, abur cubur yemek, veya seyahat etmek gibi yöntemlere başvurabilirler. Televizyonun görsel ve işitsel uyaranları, kişinin kendi zihnindeki gürültüyü bastırmaya yarar. Yenilen abur cuburların fazla tatlı veya tuzlu olması gürültülü zihni paralize ederek gerçeklikten kısa süreliğine bir kaçış sağlar. Seyahat etmek ise kişiyi alışık olduğu ortamdan alıp, yeni uyarıcılarla dolu farklı çevrelere soktuğundan kaçılmak istenen zihin, bir kez daha başka şeylerle meşgul edilmiş olur.
Gelgelelim, hoşnut olunmayan gerçeklikten kaçmak için birçok insan da zararlı veya tehlikeli şeylerde medet umar.
Uyuşturucu, alkol, sigara gibi maddeler insanı o anlık rahatsız edici düşüncelerinden kurtarır. Ta ki etkisi geçene kadar. Etkisi geçtikten sonra düşünceleriyle yüzleşmeme konusunda kararlı olan kişi bir kez daha bunlara başvurur. Alkolizm veya sigara bağımlılığının sebeplerinden en büyüğü budur aslında.
Alkoliklerle yapılan görüşmelerde öne çıkan ortak söylem; alkolün kendilerini gerçek hayatın acılarından uzaklaştırdığı ve mutlu ettiği, geceleyin daha iyi uyumalarına yardımcı olduğu yönündedir. Kendilerine acı veren hayatın gerçekleri de, yapay yollardan mutlu olma ihtiyaçları da, gece kafalarını yastığa koyduklarında uykuya dalmalarına engel olan şey de aslında zihinlerindeki gürültüdür. Alkol, bu gürültünün bir sonraki kadehe kadar susturulmasında iş görür.
Sigara bağımlılarında da kolayca görebileceğiniz üzere; ne zaman stres yaşasalar veya rahatsız edici bir durumla karşı karşıya kalsalar başvuracakları ilk şey sigara olur. Bağımlısı için, içilen her sigara adeta gerçek hayata verilen bir moladır. Molanın sıklığı ve uzunluğu kişiden kişiye değişir tabii, ancak yaptığı iş her bağımlı için aynıdır: zihinlerindeki gürültüyü bir süreliğine susturmak.
Cızırtılı bir radyo frekansına benzetilebilecek bu gürültüden kaçmanın başka bir yolu ise motosiklet sürmektir. Zira motosiklet, yüksek adrenalin salgılatan diğer sporlar gibi insanın hayatta kalma içgüdüsünü tetikleyerek şimdi‘ye odaklanmasını sağlar. Şimdi‘de geçmişte yaşanmış ve peşimizi hala bırakmayan nahoş anılar ve gelecekte düşme ihtimalimizin olduğu zor durumlar yoktur. Motosiklet süren biri için şimdi‘de sadece esen rüzgar, alttan kayıp giden asfalt ve sürücüsünün her komutunu tereddütsüz yerine getiren iki tekerli bir makine vardır.
Ancak yapılan her aktivite veya tüketilen her madde gibi, bir şeyin yapılma süresi ve sıklığı ile o şeyden alınan keyif ters orantılıdır. Yani çikolataya bayılan bir insan 100 gün boyunca her gün, günde 100 adet çikolata yese; yediği her çikolatadan daha az keyif alacaktır. Bu motosiklet için de geçerlidir.
Motosiklet sürmeye, hayatındaki hoşuna gitmeyen şeylerden kaçmak için başlayan bir insan; elbette başlarda mutlu olur. Yeni bir şey denemek, ulaşım kolaylığı, çoğunluğun cesaret edemediği sıradışı bir aktivite yapıyor olmak kişiye büyük bir haz verir. Ta ki artık motosiklet sürmek de sıradanlaşana kadar. Sıradanlaştıktan sonra, başlarda susturulabilen zihin gürültüsü yeniden açığa çıkar.
Vücudunuz motosikleti sürüyordur ama aklınız başka yerdedir. Seyahate çıkarsınız, yolda olmaktan keyif alacağınıza varacağınız yeri düşünür ve bir an önce oraya ulaşmak için şimdi‘nin güzelliğini feda edersiniz. Varıp varmayacağınız asla belli olmayan bir yer için şu an döndüğünüz virajın kıvrımlarını, geçtiğiniz dağın azametini, havanın ferahlatıcı serinliğini fark etmezsiniz bile.
“Varıp varmayacağınız asla belli olmayan” dememe takılanlar olacaktır.
“Niye varmayalım ya? E500 karayolundan kuzeye 100 kilometre gittikten sonra V1500 yoluna sapıp 50 kilometre de batıya gittim mi vardım işte.”
Bir kısım insanın acı terübelerle öğrendiği, bir kısmınınsa öğreneceği bir gerçek vardır. O da geleceğin asla kontrol edilemeyeceğidir. Seyahat esnasında az önce bahse konu olan şehre varabilmek için bazısı birbiriyle bağlantılı, bazısı bağımsız milyonlarca etmen vardır. Tüm bu etmenlerin yolunda gitmesi sonucu o şehre varabilmek mümkündür. Maalesef de bu etmenlerin çoğu üzerinde kontrolümüz yoktur. Kontrolümüzün olmadığı, tezahür edip etmeyeceği meçhul, etse bile hangi koşullarda edeceği bizden bağımsız bir sonra için, şimdi feda edilmiş olur.
Sonra’nın en büyük problemi ise asla ardının arkasının kesilmemesidir. Ulaşılan her sonra’nın ardından yeni sonra’lar belirleriz kendimize.
“Yurt dışına taşındıktan sonra çok mutlu olacağım.”
“Hele bir de iş bulayım, sonra değmeyin keyfime.”
“Motor da aldım mı, sonra kimse tutamaz beni.”
Sürekli bir ulaşma çabası, elindekilerin kıymetini bilmeme hali… Sonra-odaklı yaşayan insanların çoğunluğu ise mutlu olmayı bir hedefe bağlayıp, öteleyip, beklentilerini de yükseltince ulaştıkları yerde mutlu olamaz ve yeni sonra’lar kestirir gözlerine.
Oysa şimdi, buradadır ve bizimdir. Geçmişteki acıların da geleceğe dair korkuların da şimdi‘de yeri yoktur. Gerçekten şimdi‘de yaşayan bir insan için geçmiş de gelecek de önemsizdir. Nostaljik bir şekilde mutluluğu geçmişte aramaz veya gelecekteki belirsiz koşullara bağlamaz. Şimdi, şu anda, elindekilerle ve içinde bulunduğu durumla mutlu olmayı becerir.
“E iyi o zaman, hiçbir zaman daha iyisini istemeyelim. Oturup kös kös evin duvarlarını seyredip ne kadar mutluyum diye kendimizi kandıralım. Olur mu öyle saçma şey?!” diyenler olacaktır.
Elbette ki gelişim, daha fazlasını isteme, bir şeyler başarma ihtiyacı insanın doğasında vardır. Burada bahsedilen şey kös kös oturup 32 diş sırıtarak ölümü beklemek değildir. Herkesin küçük veya büyük hedefleri olabilir. Önemli olan bu hedeflere ulaşmak için çaba sarf ederken şimdi‘yi feda etmemektir.
Mühendis olmak isteyen bir üniversite öğrencisi tabii ki derslerine çalışmalı ve sınavlardan iyi notlar almalıdır. Ancak üniversite aynı zamanda sosyal becerilerin ve ilişkilerin de geliştirildiği bir ortamdır. Sonra’ya odaklanarak sadece sınavlara çalışıp hiç sosyalleşmeyen ve yeni arkadaş edinmeyen bir mühendislik fakültesi öğrencisi, mühendis olduktan sonra bir şeylerin eksikliğini hissedecektir.
Motosikletle seyahat örneğine geri dönersek; tabii ki günün sonunda konaklanacak ve gezilecek şehir belli olmalıdır. Ancak o şehre varana kadar yol boyunca karşılaşılacak güzellikleri de canhıraş bir şekilde es geçmemek gerekir.
Tabii ki mevzu burada sadece güzellik ve mutluluk değil. Sonra-odaklı yaşayan bir insan, şimdi‘nin kıymetini yeteri kadar bilemeyecek ve sürekli bir yetişme çabası içinde olacaktır. Bu da kişinin sağlıklı karar verebilme yeteneğini zayıflatır. Kişi, şimdi‘nin kendisine sunduğu imkan ve tehditleri yeteri kadar iyi analiz edemez.
Motosiklet süren biri için bu durum çok tehlikelidir. Sürekli bir yetişme çabası içinde olan sürücü, gerekenden fazla hızlı gider. Önüne çıkan tehditleri zamanında fark edemeyebilir, etse bile doğru hamleyi yapamaz çünkü aklı sonra’dadır. Bu yüzden hayatın geri kalanında olduğu gibi, motosiklet sürerken de şimdi‘ye odaklanmak kişinin hem ruh hem de beden sağlığı için çok faydalıdır.
Yazının başında bahsedilen zihin gürültüsü, insanların hayatta kalmak için geliştirdiği ilkel bir savunma mekanizmasından başka bir şey değildir. Bize sürekli geçmişteki olumsuzlukları hatırlatarak gelecekte de başımıza gelebilecek benzer olaylara karşı hazırlıklı olmamızı sağlamaya çalışır. Gelgelelim, 21. yüzyılda hayat ilkel çağlardaki kadar zor değildir. Medeniyet sayesinde temel güvenlik, barınma ve yeme-içme ihtiyaçları çoğu insan için giderilmiş vaziyettedir.
Dolayısıyla bu ihtiyaçları giderilmiş bir insanın, geçmişteki olumsuzluklar veya gelecek kaygısı ile mutsuz olmasının temelinde şimdi‘nin gerçekliğine direnmek yatar. Direnmek, üzerinde kontrolümüzün olmadığı durumlar için sergileyebileceğimiz en beyhude çabadır.
“Nasıl olur da uçağım 2 saat rötar yapar?”
“Kır düğünümüzde yağmurun yağmaması gerekiyordu!”
“Yeni aldığım son model akıllı telefon bozuk çıktı.”
Bu gibi durumlar değiştirilemez olduklarından, direnmek yerine olduğu gibi kabullenmek insanı hafifletir. Gerçekliği değiştirme imkanımız yoktur. Ancak başımıza gelen şeylere vereceğimiz tepkiler tamamen bizim elimizdedir. Gerçekliğe direnen bir insanın vereceği tepki ile, kabullenmiş bir insanın vereceği tepki arasında dağlar kadar fark olur.
Direnen insan içten içe; her şeyin çok daha iyisini hak ettiğini düşündüğünden hem kendisini hem de çevresini mutsuz edecek tepkiler verecektir. Oysa ki başına geleni kabullenmiş bir insan, şimdi‘nin gerçekliğiyle uyumludur ve dolayısıyla huzurludur. Başına gelen şey olumsuz bile olsa, dingin bir ruh haliyle o olumsuzluğun içinde de mutlu edecek bir şey bulmayı becerebilir.
Her şeyin çok daha iyisini hak ettiğini düşünmek de ego ile bağlantılıdır. Ego; kendini eşya, mevki veya fikirleriyle özdeşleştiren insanların düştüğü büyük bir tuzaktır.
Kendini, sahip olduğu motosikletle özdeşleştiren kişi; bir şekilde motosikletinden olursa kimlik bunalımına girer.
Ömrünün büyük bir kısmını öğretmen veya asker olarak geçiren ve benliklerini mesleğiyle özdeşleştiren insanlar, emekli olduktan sonra sudan çıkmış balığa dönerler. Hayatı hem kendileri hem de etrafındakiler için ızdırap haline getirirler.
Fikri tartışmalarda eleştiriyle karşılaşınca çileden çıkan insanları dikkatlice incelerseniz, kimliklerini; savundukları fikirler üzerine inşa ettiklerini görebilirsiniz.
Oysa ki bizi biz yapan şey, alınıp satılamaz. Son verilemez veya çürütülemez. Öz‘ümüz, başımıza gelenlerden, sahip olduklarımızdan veya kaybettiklerimizden bağımsızdır. Bunu fark edip kabullendikten sonra, geçmişte başımıza gelen kötü olaylar da gelecek kaygıları da önemini kaybeder.
Bu yüzden, zihnimizdeki gürültüden kaçmaya çalışmak ve direnmek yerine; fark edip yargılamadan ve yorum katmadan olduğu gibi kabullenmek bizi şimdi‘de tutar. Böyle bir tutum, gelecekte başımıza gelmesinden korktuğumuz olumsuz bir olay için de kaygılanmanın gereksiz olduğunu bize hatırlatır.
Zira başımıza ne gelirse gelsin, maddi herhangi bir şeyden etkilenmesi mümkün olmayan öz‘ümüze zarar veremeyecektir. Zaten başımıza gelen şey de çoğunlukla kafamızda kurduğumuz kadar kötü olmaz. Kendimizi hırpaladığımızla ve şimdi‘yi ıskaladığımızla kalırız.
Motosiklet satın alırken de kullanırken de tüm bunların bilincinde olmak motorculuk hayatımızın süresini belirleyecek yegane unsurdur.
Havalı gözükmek, cesaret gösterisi yapmak, kendini olduğundan farklı lanse etmeye çalışmak; bir motosikletçiyi yanlış kararlar almaya sevk eder.
Yanlış kararlar silsilesinin ardından da ya kişi motosikleti bırakır; ya da motosiklet o kişiyi…