Reddedilmekten neden korkarız?

Bu soruya birbirini tamamlayan iki farklı bakış açısıyla cevap verebiliriz.

Birincisi evrimsel, ikincisi ise egosal.

Evrimsel perspektiften bakarsak atalarımızın henüz yerleşik hayata geçmediği, avcılık ve toplayıcılıkla hayatta kalmaya çalıştığı dönemlere kadar gitmemiz gerekir.

Bu dönemde birey kavramı henüz gelişmemişti.

Güvenlik ve beslenme imkanları son derece kısıtlı olduğundan kabileye ayak uyduramayan, toplulukla beraber hareket edemeyenlerin hayatta kalma ihtimali yok denecek kadar azdı.

Dolayısıyla hayatta kalma ihtimalini artırmak isteyen atalarımız; hem içine doğdukları topluluktan kabul görmek hem de çiftleşip soyunu devam ettirebilmek için karşı cinse kendini beğendirme ihtiyacı duyardı.


Egosal bakış açısında ise gitmemiz gereken yer kendi içimiz.

Eğer varlığımızı, benliğimizi ve öz değerimizi dış koşullara bağlarsak; bu koşulların değişmesi halinde varlığımız, benliğimiz ve öz değerimiz tehdit altındaymış gibi hissederiz.

Örneğin; kendimizi sevmiyorsak, bizi seven romantik partnerimiz üzerinden sevilmeye değer olduğumuzu düşünür ve bu kişiye bağlı değil bağımlı oluruz.

Ya da birey olarak yetişmemişsek, var olabilmek için kendimizi bir topluluğa ait hissetmek zorunda kalırız.

Bu topluluk bazen bir ırkın mensupları, bazen bir dinin müminleri, bazen bir spor kulübünün taraftarı, bazen de bir hobi grubunun parçası olarak kendini gösterebilir.

Böyle bir durumda kişinin var olduğunu hissedebilmesi için kendini ait olduğu topluluğun üyesi olarak tanımlaması yetmediği gibi, bazen o topluluktan olmayanları ötekileştirmesi ve hatta yaşamayı hak etmediklerini düşünmesi bile gerekebilir.

Bu sebeplerden ötürü, romantik partnerimiz olmasını istediğimiz birine ilk adımı atarken vücudumuz sanki hayati tehdit altındaymışız gibi tepki verir.

Kalp atışımız hızlanır, kısa ve kesik nefesler almaya başlarız ve kaslarımız gerilerek kaçmaya veya savaşmaya hazırlanır.

Oysa ki sadece yeni bir insanla tanışıyoruzdur, ortada herhangi bir hayat memat meselesi yoktur.

Veya ait olduğumuz herhangi bir topluluğun iç dinamikleri (dedikodular, güç savaşları, iftiralar, çatışmalar vb.) bize zarar vermesine rağmen onlardan uzaklaşamıyorsak kendimizi birey değil, o grubun üyesi olarak tanımlıyoruzdur.

Bu gibi bir durumda o grubun üyesi olmaya devam edebilmek için kendimizden ödün vermemiz gerekir ve aslında yapmak istemeyeceğimiz şeyleri yaparak mutsuz oluruz.

Birey olmak, öz değerimizin farkına varmak, kendimizi sevmek ve olduğumuz gibi var olmayı hak ettiğimize inanmak reddedilme korkusunu ortadan kaldırır.

Yalnızca reddedilme değil, terk edilme korkusunu da yok eder.

Kıskançlık, kontrolcülük ve aldatılma korkusu da bu kavramlarla iç içedir.

İkili veya çoklu ilişkilerinizde sorun yaşıyorsanız odaklanmanız gereken yer muhataplarınızdan önce kendi içinizdir.

Bu konuda profesyonel yardım almak isterseniz danışmanlık başvurusunda bulunabilirsiniz.

Başvuru için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.