Aile içi rollerin önemi

Bütün dünya bir sahnedir…

ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu…

William Shakespeare


İnsanın Yedi Çağı şiirinde Shakespeare’in sahne ve oyuncu teşbihi aile içi dinamikler için de geçerlidir.

Her ailenin kendine özgü bir dinamiği, her aile bireyinin de o dinamiğin içinde bir rolü vardır.

Bu dinamiğin kaynağı genellikle birkaç nesil önceye dayanır.

Göç, afet, ani ölüm, kaza, savaş, hastalık gibi travmatik olaylar ailelerin dinamiklerini derinden etkiler ve şekillendirir.

Ailenin büyükleri, bu gibi travmalarla başa çıkmak ve hem kendilerini hem de ailelerini koruyabilmek için savunma mekanizmaları geliştirirler.

Travmatik olaylar sonucu değişen dinamiklere ayak uydurabilmek için hem kendilerine hem de diğer aile üyelerine bazı roller biçerler.

Hem yaşça hem de zihinsel olgunluğa sahip bireyler, kendilerine biçilen yeni rolün farkında olarak ya benimserler ya da reddederler.

Ancak ailenin yeni üyeleri olan bebekler ve çocuklar çoğu zaman bu değişikliği anlamlandırmakta zorlanır ve yeni rollerin farkına varamaz.

Birçok çocuk, aile büyüklerinin beklentilerini karşılayabilmek ve aile içinde huzursuzluk çıkarmamak için kendilerine ağır gelen rolleri kabul eder.

Yeni rollerinin dezavantajları olduğu kadar bazı avantajları da olabilir.

Örneğin babası erken yaşta vefat eden ailenin en büyük çocuğu, annesi tarafından baba/koca rolüne konumlandırılabilir.

Bunun olması için çocuğun cinsiyetinin erkek olmasına da gerek yoktur.

Ailenin en büyük veya tek çocuğu kızsa; anne, eskiden kocasıyla paylaştığı sorumlulukları ve sürdürdüğü dinamikleri kız çocuğundan da bekleyebilir.

Geleneksel ailelerde otorite figürü baba, sevgi ve şefkat gösteren ise annedir.

Yukarıdaki örnekte anne; vefat eden babanın ardından ailedeki otorite figürü rolünü benimsemesi için ailedeki en büyük veya tek kız çocuğuna karşı bir beklentiye girebilir hatta yönlendirmeler yapabilir.

“Kardeşlerine sahip çıksana kızım, çok gürültü yapıyorlar!”

Bu yönlendirmeyi kabul eden ve içselleştiren kız çocuğu; belki de kendinden sadece 2-3 yaş küçük kardeşine babalık taslamak zorunda hisseder.

Başlarda, erken yaşta elde ettiği otorite ve güç hoşuna gider.

Ancak zamanla; sürekli düzeni sağlayan, kendini diğer aile üyelerinden sorumlu hisseden ve dolayısıyla korumacı/kısıtlayıcı davranan kişi olmak çocuğun kendi yolunu çizmesine engel olur.

Ailedeki baba eksikliği; hem annesi hem de kardeşleri tarafından hissedilmesin diye aslında kendi çocukluğundan, kendi yolunu tayin etme hakkından, kendi istek ve arzularından fedakarlık yapar.

Bu fedakarlık, övgüler ve ayrıcalıklarla ödüllendirildiği sürece baba rolünü üstlenen çocuk bu rolü sürdürmeye devam eder.

Hayata bakış açısı ve hayattan beklentileri bu rolün gerektirdiği üzere şekilleneceği için evleneceği kişinin de kendi rolünü tamamlayabilecek mizaca sahip biri olmasına dikkat eder.

Dolayısıyla kendisine çocuk yaşta biçilen rol, kendi kurduğu ailede de devam eder ve zamanla kendi çocuklarına aktarılır.

Bu örneğin birçok farklı versiyonu için de benzer dinamikler aşağı yukarı geçerlidir.

Babasını erken yaşta kaybeden çocuk yukarıdaki örnekte olduğu gibi kız değil de erkekse, ataerkil toplum değerlerini içselleştirerek bu rolü kendi kendine üstlenebilir.

Ailede yaşı birbirine yakın iki erkek çocuk varsa bu rol için güç savaşına ve rekabete girebilir.

Baba rolünü üstlenen erkek çocuğun kız kardeşi varsa, olası bir kısıtlanmaya karşı abisinin yeni rolüne direnç gösterebilir.

Rol değişiklikleri için ebeveyn ölümü gibi bir sebep de gerekmez her zaman.

Ebeveyn ölümü yerine boşanmayı da koyabiliriz.

Evlat ölümü söz konusu olursa; ölen evladın yerine hayatta kalan evlatlardan biri, sanki ölen evlatmış gibi de yetiştirilebilir.

Otorite figürü olmak beraberinde çoğu zaman hayır demeyi, talepleri reddetmeyi ve dolayısıyla tepki olarak aile içinde yeteri kadar sevgi görememeyi de getirebilir.

Hayır demeyi göze alamayan, geleneksel aile yapısına dahil bir baba; oğluna karşı yeteri kadar otoriter davranmayıp onun babası yerine abisi veya kardeşi gibi davranabilir.

Ailedeki otorite eksikliğini fark eden erkek çocuk ise bu boşluğu doldurmaya kalkışarak annesine karşı zorbalık yapmaya kalkabilir.

Anne böyle bir durumda hem ebeveynlik sorumlulukları açısından eşinin kendisini yalnız bırakmasıyla başa çıkmaya çalışır hem de oğluna yeteri kadar sevgi ve şefkat gösteremez.

Örnekler sonsuz farklı kombinasyonlarla çoğaltılabilir.

Asıl nokta, içinde yetiştiğimiz ailedeki rolümüzün bize ağır gelip gelmediğidir.

Eğer size biçilen rol; hayata bakış açınız, beklentileriniz ve arzularınızla paralel değilse hayattan aldığınız keyif giderek azalacaktır.

Bununla da kalmayıp size bu rolü biçen veya üstlendiğiniz role isyan eden aile üyelerinizle ilişkilerinizin bozulması da kaçınılmaz olacaktır.

Bu yazıda bahsedilen dinamiklerden ve rol karmaşasından muzdaripseniz danışmanlık alabilirsiniz.

Danışmanlık sürecinde size hangi rolün neden biçildiği, kimin bundan ne gibi fayda veya zarar gördüğü, bu rolün size ağır gelip gelmediği gibi konulara dair analizler yapılır ve farkındalık kazandırılır.

Bu sayede hayattan keyif almanıza engel olan ve aile üyelerinizle ilişkinizi bozan, size ait olmayan rolden sıyrılabilir; kendi hayatınızı kendi istediğiniz şekilde yaşamak için sağlıklı adımlar atabilirsiniz.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Yeni Nissan Qashqai (2021)

2007 yılında otomobil dünyasına bomba gibi düşen, crossover SUV türünün yaratıcısı Nissan Qashqai üçüncü nesli ile aramızda. 14 yıl boyunca karşısına birçok rakip çıkmasına rağmen Qashqai (kaşkayi diye okunuyor), satış rakamlarının gösterdiği üzere klişe aile arabası denince akla gelen ilk model olma özelliğini hala koruyor.

Adının kökeni İran’ın iç ve güneybatı bölgelerinde yaşayan, çoğunluğu Türk asıllı olan Qashqai kabilelerine dayanıyor. Günümüzde satılan her iki arabadan birinin crossover olmasının müsebbibi Nissan Qashqai, yeni dizaynı ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış. Tasarım dili her ne kadar yenilikçi ve modern olsa da üçüncü nesli ilk defa gören biri bu aracın Qashqai olduğuna dair anında yemin edebilir.

4.4 metrelik uzunluğu, 1.8 metrelik genişliği ve 1.6 metrelik yüksekliği ile ikinci nesilden biraz daha büyük. Ağırlığı 1400 kg. İkinci nesilden 60 kg daha hafif olmasında kapıların, çamurlukların ve kaputun alüminyum; bagaj kapağının ise kompozit malzeme olmasının etkisi var.

İlk etapta 1.3 litrelik, 4 silindirli ve turbo-benzinli hafif hibrit motor ile satışa sunulacak Qashqai’de iki farklı güç seçeneği mevcut. 138 beygir gücü versiyonunda önden çekiş ve düz vites kullanılırken 156 bg modeli sahiplerine 4×4 çekiş sistemi ve otomatik vites vadediyor.

İç mekan da ikinci nesle kıyasla daha ferah ve şık. Ön konsolda kullanılan dikişli deri, ahşap kaplama ve yumuşak plastik sürücüye güzel bir atmosfer sunuyor. Butonların hissiyatı hoş, dokundukça ve çevirdikçe kaliteli olduğu hemen anlaşılıyor.

Full donanımlı Qashqai’de standart gelen 9 inçlik dokunmatik ekranın kullanımı son derece kolay. Apple Carplay (kablosuz) ve Android Auto ile uyumlu. Amazon’un yapay zekalı Alexa asistanı da Qashqai’de çalışıyor. Örneğin gideceğiniz adresin konumunu evde otururken Alexa’ya söylerseniz aracınıza bindiğinizde navigasyona çoktan tanımlanmış olduğunu görüyorsunuz. Ya da evinizde Alexa kullanıyorsanız aracınızla eve giderken alarm, klima, kombi, aydınlatma vb. ev içindeki sistemlere arabadan müdahale etmek mümkün.

Şerit takip sistemini ve öndeki araçla takip mesafesini otomatik olarak koruyabilen, navigasyondan aldığı viraj bilgileri sayesinde hızı kendiliğinden düşüren adaptif cruise control’ü de sayarsak yeni nesil Qashqai’nin teknoloji çağına ayak uydurduğunu söyleyebiliriz.

Sürücü koltuğunun oturuş pozisyonu iyi, direksiyonda hem derinlik hem de yükseklik ayarı mevcut. Konsolun altında kablosuz şarj özelliğine sahip telefonunuzu şarj edebileceğiniz bir ünite var. Ön kapıların iç kısmında, dirsekliklerin altındaki hazneler 1.5 litrelik su şişelerinin rahatlıkla sığacağı kadar büyük. Uzun yol sürüşlerinde avantaj sağlayacaktır. Masaj özelliğine sahip ön koltuklardan her birini üretmenin 25 gün sürmesi dikkat çekici.

Arka koltuktaki diz mesafesi ikinci nesle kıyasla 2 santimetre daha uzun, tavandaki baş mesafesi de önceki nesle göre 1.5 santim daha yüksek. Dolayısıyla 1.80 metre boyundaki bir yetişkin bile arka koltukla rahatça yolculuk yapabilir. Arka koltukların genişliği ise üç yetişkinin hafif sıkışarak da olsa rahat sayılabilecek bir şekilde oturmalarına izin veriyor. Çocuk koltuğunu zorlanmadan takıp çıkarabilmek için Nissan mühendisleri arka kapıları neredeyse 90 derecelik bir açıyla açılacak şekilde tasarlamış. Ebeveynlere büyük kolaylık sağlayacaktır.

İlk defa üçüncü jenerasyonda gördüğümüz bir özellik olan otomatik bagaj kapağı, 503 litrelik hacme sahip bagaja erişimi kolaylaştırıyor. Yeni Qashqai’nin bagajı, ikinci nesle kıyasla 70 litre daha büyük.

Sürüşe gelirsek, yeni Qashqai’nin düşük hızlardaki manevra kabiliyeti son derece iyi. Direksiyonun yumuşaklığı özellikle düşük hızlarda konfor sağlasa da yüksek hızlarda kontrolü zorlaştırabiliyor, yol hissiyatını pek fazla veremiyor. Süspansiyonlar çok iyi, viraj performansı crossover bir SUV için ortalamanın üzerinde. Frenler sert olmamasına rağmen güven verecek şekilde akıcı, bu da sürüş konforunu artıran etkenlerden biri.

Yeni Qashqai her ne kadar hafif hibrit teknolojisine sahip olsa da düşük devirlerdeki gaz tepkisi biraz gecikmeli, otoyol sürüşlerinde sollama yaparken iki defa düşünmemek için 156 bg versiyonu tercih edilebilir. Kabin içinde rüzgar sesi pek duyulmasa da Japon araçların alamet-i farikası olan asfalt sesi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Motor sesi de sadece yüksek devirlerde duyulabiliyor, o da rahatsız etmeyecek bir düzeyde.

Üçüncü nesil Qashqai’nin önceki kasadan daha konforlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten Nissan’ın bu aracı tasarlarken performanstan çok konfor ve kullanım kolaylığına odaklandığı hemen anlaşılıyor. Aile aracı almayı veya eski Qashqai’sini yenilemeyi düşünenleri pişman etmeyecek bir seçenek.

Kimse masum değildir

Çocuklar bile.

Masum görünen çocuk içinden geleni henüz yapmamışsa ya yeteri kadar güçlü olmadığının farkındadır ya da başına gelecekleri göze alamıyordur.

Bir başka alternatif ise masumiyetinin, uslu durmasının ve uysallığının çok küçük yaşlardan beri güzel sözler, sevgi ve şefkat ile ödüllendirilmiş olmasıdır.

Bilinç dışı düzeyde “uslu durunca, masum görününce, uysal olunca seviliyorum” çıkarımına varmıştır.

Küçük yaşta belki bu durum bir sorun teşkil etmeyebilir, ancak aynı tutum yetişkinlik hayatında devam ederse “masum” kartını oynayan kişi bu durumdan menfaat elde etmeye başlar.

Örneğin bazı sorumluluklarını üstlenmez; kendini dışarıya güçsüz, yeteneksiz, beceriksiz, şanssız olarak gösterir.

“Masum” görünen kişinin aksattığı sorumluluklarına ne olur peki?

Tabii ki yakın çevresinde onun sorumluluğunu üstlenmeye gönüllü kişi veya kişiler tarafından sahiplenilir.

“Masum” kişi bunu bilinçli bir şekilde yapıyorsa buna manipülasyon denir.

Etrafında ona yardım etmeye ve kendisinin üstlenmesi gereken sorumlulukları onun yerine halletmeye meyilli insanların olduğunu fark ettiği anda manipülasyon çarkı dönmeye başlar.

Birkaç örnek vermek gerekirse:

“Kargo şubesine gidip paket teslim almam lazım ama çok yoruldum.”

“Terziye verdiğim pantolonlarımı bir aydır gidip alacak vakit bulamıyorum, inanılmaz yoğunum.”

“Çok açım ama yemek yapmaya da üşeniyorum…”

Bu tip lafları eden kişinin yanında yardımsever biri varsa üstü kapalı yardım çağrısına balıklama atlayacak ve bu işleri yapmaya anında gönüllü olacaktır.

İnsanların birbirlerine yardım etmesinde hiçbir sakınca yoktur.

Ancak fark ettiyseniz bu örneklerin hiçbirinde bir yardım talebi yok.

Yalnızca aksatılan sorumluluğun beyanı ve muğlak sebeplerinin ilanı var.

Kendi sorumluluklarının farkında olan ve yapması gerekeni samimi olarak yapamayacak durumda olan kişi yardım isterken şuna benzer şeyler söyler:

“Ya biliyor musun şu kadar zamandır şu işi yapmam gerekiyor ama şu şu şu sebeplerden ötürü yapamıyorum, rica etsem benim için şunu yapar mısın?”

Burada açık bir yardım talebi var.

Tabii buna benzer cümlelerle de manipülasyon girişiminde bulunmak mümkündür.

Bu tip isteklerin samimiyeti, taleplerin sıklığına ve karşılıklı olup olmadığına bakılarak kolayca anlaşılabilir.

Eğer iki kişi arasında yardım isteyen taraf çoğunlukla aynı kişiyse ve bu kişi istediğini elde ettikten sonra yardım eden tarafa teşekkür mahiyetinde somut bir iyilik yapmıyorsa (yiyecek/içecek ısmarlama, ufak bir hediye, kıyak vs) veya benzer bir yardım ondan istendiğinde oralı olmuyorsa burada yine manipülasyondan söz edilebilir.

Ancak yardım talebi kırk yılda bir geliyorsa veya karşılıklı ve dengeliyse veya yardım eden kişinin harcadığı emeğe denk gelecek somut bir teşekkür ediliyorsa burada samimiyet ve yardımlaşma vardır.

Sorumlulukları çocuk yaştan beri başkaları (büyük ihtimalle aşırı ilgili ebeveynleri) tarafından üstlenilen ve kendini yeteneksiz, beceriksiz, güçsüz, şanssız zannederek büyüyen “masum” yetişkin birey, yukarıda manipülasyon olarak adlandırdığımız şeyleri bilinçli bir şekilde değil; inanarak yapar.

Örneğin devlet dairesinde iş halletmek, otomobilini muayeneye sokmak, kiralık ev aramak/bulmak/kiralamak gibi işleri yapamayacağını düşünür.

Bu yüzden çevresinde ona yardım edebilecek kişilere muhtaç bir konuma düşer.

Halbuki ona yardım edecek kişi de bu tip işleri halletmeyi büyük ihtimalle deneme/yanılma yöntemiyle veya sorarak öğrenmiştir.

Burada elini kirletmekten, başarısız olmaktan ve “beceriksiz” olarak yetiştirildiği ile yüzleşmekten korkan kişi; kendi işini kendi halletmeye karar verip ilk birkaç sefer başarısız olmayı göze almadığı takdirde her zaman başkalarına muhtaç olmaya devam edecektir.

Kısa vadede belki işini başkalarına çözdürmenin konforunu yaşar; ancak uzun vadede özgüven eksikliği, yalnız kalma korkusu ve kendinden nefret etme duygusuna bağlı depresyonla yüzleşmesi kaçınılmazdır.

Tabii burada aksatılan sorumluluğu üstlenen tarafa da değinmek gerekiyor.

Hayatın kendisi bir yüktür ve herkes büyük ölçüde kendi yüklerinden sorumludur.

Yük taşıma kapasitesi kişiden kişiye değişmekle birlikte bu kapasite, yük taşıdıkça bir yere kadar artar.

Yük taşımaktan kaçındıkça da güdük kalır.

Her ne kadar yük taşıma kapasitesi, sorumluluk üstlendikçe artsa da bu kapasitenin bir üst sınırı vardır.

Bu sınıra ulaşıldığında yükü taşıyan kişi bir yol ayrımına gelir.

Ya kendisine ait olmayan sorumlulukları artık yüklenmekten vazgeçer ve kendi sorumluluklarına yer açar ya da duygusal olarak kendine yakın hissettiği kişinin sorumluluklarını taşıyabilmeye devam etmek için kendi sorumluluklarını aksatmaya başlar.

İkinci durum söz konusu olduğunda başkasının aksattığı sorumluluğu üstlenmek için kendinden fedakarlık yapan kişi kendini huzursuz, yorgun, huysuz, mutsuz hisseder ve tepkisel, şikayetçi biri haline gelir.

Yaptığı fedakarlıkların farkındadır ve karşılığını alamadığını hissettiği durumlarda önce kendisini sonra da çevresindekileri yıpratır.

Bu yazıyı okurken eminim aklınıza tanıdığınız bir veya birkaç kişi gelmiştir.

Şimdi kendinize şu soruları sorun;

1- Çevremde kendini “masum”, yeteneksiz, beceriksiz, güçsüz, şanssız olarak gösteren kim veya kimler var?

2- Bu kişiler gerçekten kendileri lanse ettikleri gibi mi yoksa manipülasyon yaparak menfaat mi elde ediyorlar?

3- Bu kişi veya kişilerin aksattığı sorumlulukları kim veya kimler üstleniyor?

4- Bu sorumlulukları üstlenen kişi veya kişilere taşıdıkları yük ağır geliyor mu?

Kim bilir; belki “masum” kişi sizsiniz, belki de yakınınızdaki “masum” kişinin sorumluluğunu üstlenen…

Bu yazıyı okurken aklınızda canlanan kişi veya olay örüntüleriyle alakalı sorun yaşıyorsanız ve tek başınıza işin içinden çıkamıyorsanız danışmanlık almayı düşünebilirsiniz.

Sizi profesyonel bir kulakla dinleyecek danışman, anlattığınız olay örgülerinin duygusal yükünden bağımsız olacağı için sizin göremediğiniz bazı şeyleri fark etmenizi sağlayacak ve tarafsız analizleri ile size yol gösterecektir.

Danışmanlık randevusu için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta atabilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Kötü haberin cazibesi

Televizyonda kötü haber, drama dizileri ve bol entrikalı gündüz programları her zaman yüksek reyting alır.

Medya da bunu gayet iyi bildiği için yayın politikasını olumsuz içeriklerle doldurur.

Bunun sebebi, böyle şeyleri izleyen insanlar kısa bir süreliğine kendi dertlerini unuturlar.

Sadece unutmakla yetinmez, kendisinden daha kötü durumdaki insanları izledikten sonra farkında olmadan “ben yine iyiymişim, ne dertler varmış” diye düşünerek kendini iyi hisseder.

“Bunda ne sakınca var ki? Ne güzel işte, iyi hissetsin insanlar” diyebilirsiniz…

Bir değil, birkaç sakıncadan söz edilebilir.

Öncelikle; haberlerde savaş veya doğal afetlerden ötürü evini, ailesini kaybeden insanları sanki televizyon dizisi izlermiş gibi izlemek bizi gerçeklikten soyutlar.

Sanki o insanlar aslında yoklar, izlediğimiz her şey film icabı, yaşananlar aslında şakacıktan olmuş gibi algılarız farkına varmadan.

Bu bir savunma mekanizmasıdır, çünkü böyle yorumlamazsak izlediğimiz her felaket için oturup ağlamamız gerekir.

Bunu yapmak yerine “vah vah, ne yazık” der ve hayata kaldığımız yerden devam ederiz.

Bu savunma mekanizması, yakın çevremizde cereyan edip bize direkt zarar vermeyen olumsuz olaylara karşı faydalıdır.

Çünkü bu gibi olaylardan haberdar olmak kaçınılmazsa bize koruma sağlar.

Ancak televizyonda izlediğimiz ardı arkası kesilmeyen kötü haberler için aynı şey söz konusu değildir.

Biz bu tip haberleri, entrikalı ağlak dizileri veya cinayet, tecavüz ve dolandırıcılıktan geçilmeyen gündüz programlarını izlemeyi kendimiz tercih ederiz.

Teknoloji olmasa büyük ihtimalle haberdar olamayacağımız skandal ve felaketlerin içine kendi rızamızla dalar, bizden daha kötü durumdaki insanlara acırız.

Acımak, acıyan kişiyi acınan kişiden üstün bir pozisyona koyar.

Çoğu zaman bunun farkına bile varmayız ama acımanın altında “iyi ki bu zor durumda olan ben değilim” fikri yatar ve bu bize kendimizi iyi hissettirir.

Kendimizi iyi hissetmek için bizden daha kötü durumdaki insanlarla kıyaslama yapmak sahte bir üstünlük yaratır ve beraberinde kopukluk hissini getirir.

Bu üstünlük duygusunun kaynağı televizyonda görüp tanımadığımız insanlar veya kurgusal karakterler bile olsa kişisel hayatımıza ve yakınımızdakilere yansıtmamız kaçınılmazdır.

Kendini başkalarından üstün gören insan hiçbir şeyi kolay kolay beğenmez, etrafındakileri sürekli eleştirir ve her şeyin en iyisini bildiğini zanneder.

Böyle bir tutum tatmin edici türden yakın bir ilişki kurmayı imkansız hale getirir.

Çünkü ilişkinin muhatabı her an eleştirilmekten korkup tehdit altında hisseder ve kendini korumak için duvar örme ihtiyacı duyar.

Arada duvarların, engellerin ve duygusal mesafelerin olduğu ilişkiler yüzeysel kalmaya mahkumdur.

Yakın ilişki kurup duygusal tatmin sağlayamayan kişi zamanla mutsuzlaşır ve kendini iyi hissetmeye ihtiyaç duyar.

İşte bu noktada kişi yine iyi hissetmek için kendinden kötü durumdakilerle kıyas yapma yöntemini tercih ederse kısır döngü başlar ve zamanla kötü haber, drama ve trajedi bağımlısı olur.

Vaktinin çoğunu cinayet, tecavüz, aldatılma, dolandırıcılık, afet, felaket ve duygu sömürüsünden ibaret olan olumsuz yayınların karşısında zihnini uyuşturarak harcar.

Bu kısır döngüden kurtulmanın ilk yolu kendimize neyden kaçtığımızı sormaktan geçer.

Cevabımız ne kadar dürüst olursa kötü haber bağımlılığından kurtulmak o kadar mümkün hale gelir.

Eğer kaçtığımız şeyi düzeltmek veya değiştirmek elimizden geliyorsa vaktimizi ve enerjimizi buna harcamak kısa vadede zorlayıcı olsa da uzun vadede kendimize yapabileceğimiz en iyi şeylerden biridir.

Kaçtığımız şey mutsuz bir evlilik, ebeveynlerimizle yaşadığımız sorunlar, kardeşlerimizle çözemediğimiz bir ihtilaf olabilir.

Kaçmaya devam edersek vicdanımız bize yanlış yönde olduğumuzu hatırlatmak için elinden geleni yapacak ve kronik bir iç sıkıntısı, derin bir mutsuzluk ve sürekli bir motivasyon eksikliği yaratacaktır.

Vicdanımızın sesine kulak vermemekte ısrar edersek de zamanla hem fiziksel hem de zihinsel sağlığımız bozulur.

Bu yüzden öncelikle kendimizi iyi hissetmek için bizden daha kötü durumdaki insanlarla kıyaslama yapmaktan vazgeçmeliyiz.

Kendi kendimize kaldığımızda kötü hissediyorsak bu hayatımızda yanlış giden bir şeylerin varlığına işarettir.

Televizyondaki olumsuz yayınları izleyerek zihnimizi uyuşturmaya harcadığımız vakti kendi hayatımız hakkında derinlemesine düşünmeye ayırırsak problemle yüzleşmek kaçınılmaz olur.

Problemin ne olduğunu saptadıktan sonra eğer tek başınıza üstesinden gelemeyeceğinizi düşünürseniz profesyonel destek alabilirsiniz.

Çünkü bazen problem olarak adlandırılan şeylerin altında daha derin, gizli ve üzeri örtülü başka şeyler yatar.

Kişinin tek taraflı analizi sonucu probleme dair tespiti hatalıysa çözüm için harcanacak efor da boşa gidecektir.

Danışmanın olayları profesyonel ve tarafsızca ele alması hem problemin doğru saptanmasını sağlar hem de çözüme gidecek yolda rehberlik ederek yol gösterir.

Böylelikle kişinin uzun zamandır görmezden geldiği sorunlarla yüzleşip çözmesi büyük ölçüde kolaylaşır.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Kendini sabote etmek

“Neden kendimi sabote edeyim ki?”

İçinde bulunduğunuz durumdan memnun olmayabilir, yapmakta olduğunuz şeyden pişmanlık duyabilir ancak bunları dile getiremiyor olabilirsiniz.


“İyi ama kendimi pişman olacağım bir duruma neden sokayım?”

Bunun çeşitli sebepleri olabilir.

Hayır demekte zorlanıyor olabilirsiniz. Hayır derseniz karşınızdaki kişiyi kırmaktan veya onu kaybetmekten korktuğunuz için kendinizi istemediğiniz bir şeyi yaparken bulabilirsiniz.

Öz farkındalığınız yeteri kadar yüksek değilse neyi isteyip neyi istemediğinizi kestiremeyebilirsiniz. Başta istediğinizi zannettiğiniz bir şeyi sonra istemediğinizi anlayabilir ama bunu kendinize ve çevrenize itiraf edemeyebilirsiniz.

Aceleciyseniz veya karar vermek için kısıtlı zamanınız varsa önemli bir karar vermeden önce yeteri kadar düşünecek fırsatı bulamamış olabilirsiniz.

Çeşitli menfaatler uğruna aslında yapmak istemediğiniz bir şeyi yapmaya kendinizi zorladıysanız vicdanınız sizi sıkıştırabilir.

Herhangi bir eyleme geçmeden önce duygusal sebeplerden ötürü o eylemin sizin için ne kadar faydalı, ne kadar zararlı olduğunu iyi analiz edemeyebilirsiniz. Zarar ihtimalini küçümseyip faydaları abartmak pişman olma ihtimalini artırır.


“Peki kendimi nasıl sabote ediyor olabilirim?

Genelde olumlu, neşeli ve iyi geçinen biriyken bazı koşullarda son derece şikayetçi, eleştirel ve memnuniyetsiz birine dönüşüyorsanız o an içinde bulunduğunuz durumun size iyi gelmediğini içten içe biliyorsunuz demektir.

Ancak bunun farkına varmak her zaman kolay değildir.

Çoğu zaman neden keyifsiz olduğumuzu bile bilmeyiz.

Suçu hava durumuna, merkür retrosuna, siyasi olaylara atarız.

Oysa ki her hava koşulunun olumlu bir yönü vardır. Biz olumsuza odaklanırız.

Milyonlarca kilometre uzaktaki gezegenlerin hareketlerine anlam yüklemek iç sesimize kulak vermekten daha kolay gelir.

Zaten içinde bulunduğumuz durum da siyasetçilerin umurunda bile değildir.

İçimize dönmeyi reddettiğimiz sürece hayatı hem kendimize hem de çevremizdekilere zindan etmeye başlarız.

Farklı koşullarda dikkatimizi bile çekmeyecek kadar küçük şeyleri abartıp sorun haline getiririz ve bunu yaparken hem kendimizi hem de çevremizdekileri mutsuz ederiz.

Bilinç dışı düzeyde aslında şunu isteriz:

“Yeteri kadar olumsuzluk yaratırsam benim kendime itiraf edemediğim ve dolayısıyla içinden çıkmaya cesaret edemediğim bu nahoş durumu belki çevremdekiler veya dışsal koşullar sonlandırır.”

Oysa ki çoğu zaman suçlayıcı olmadan, hakaret etmeden, direkt ve net bir şekilde “şu an içinde bulunduğum durumdan memnun değilim, ne yapabiliriz?” gibi çözüm odaklı bir yaklaşım sergilersek çevremizdeki insanların bize yardımcı olma ihtimali artar.

Çünkü bizi samimi bulurlar.

Bunu yapmayıp etrafımızdaki insanları suçlamaya, gereksiz sorunlar çıkarmaya, “ben keyif almıyorsam kimse keyif almasın” modunda olmaya devam edersek bu tutum çevremizdekiler tarafından yıkıcı ve rövanşist olarak yorumlanır ve uzun vadede kişiler arası ilişkileri yıpratarak yalnızlaşmaya yol açar.


“Kendimi sabote etmek zorunda kalacak durumlara sokmaktan nasıl kaçınabilirim?

1) Hayatın doğal akışından farklı, sıradan, gündelik olayların dışında bir şey yapmaya karar verirken acele etmemek iyi bir başlangıçtır.

Size bir teklifle gelen kişiye hemen cevap vermek zorunda değilsiniz. “Ben bunu biraz düşüneyim” gibi bir cümleyle zaman kazanabilirsiniz.

Düşünecek yeterli zamanınız yoksa ve gelen teklif hakkında olumlu veya olumsuz net bir fikre sahip değilseniz, karşı taraf sizden hemen bir yanıt bekliyorsa reddetmek makul bir seçenektir.

İyi şeyler zaman alır, “acele işe şeytan karışır”.


2) Ne kadar düşünürseniz düşünün hala bir sonuca varamıyorsanız belki de öz farkındalığınız yeteri kadar yüksek değildir.

Böyle bir durumda yazarak düşünmek çok faydalıdır.

Önünüze bir kağıt, bir kalem alarak vereceğiniz karar sonucunda oluşabilecek fayda ve zararları listelemek hem durum analizini sağlıklı yapmanıza imkan tanır hem de o şeyi gerçekten isteyip istemediğinizi anlamanıza yardımcı olur.


3) Eğer hayır diyememe sebebiniz karşı tarafı kırmak veya kaybetmekten korkmak kaynaklıysa neden hayır dediğinizi detaylı bir şekilde, kendinizden ve duygularınızdan bahsederek anlatabilirsiniz.

Bunu yüz yüze yapamayacağınızı düşünüyorsanız mesaj atmak veya e-posta yazmak da oldukça iyi yöntemlerdir.

Yazılı iletişimde herhangi bir blokaj olmayacağı için anlatmak istediğiniz şeyleri rahatça kelimelere dökebilirsiniz.

Kendinizi ve reddetme sebebinizi yeteri kadar iyi anlatmanıza rağmen sizden uzaklaşacak, size tavır yapacak, gönül koyacak biri zaten sizinle sadece kendi menfaati için birlikte oluyor demektir.

Bu durumda sizden uzaklaşması sizin için kayıp değil, kazanç olur.

Anlayışın olmadığı ilişkiler yorucu ve yıpratıcıdır.


4) Menfaat uğruna istemediğimiz bir şeyi yapmak ticari ve siyasi ilişkilerde kaçınılmaz olsa da yakın ve duygusal ilişkilerde sorun yaratır.

Samimiyetsizlik sandığınızdan çok daha kolay fark edilir.

Bu yüzden sağlıklı bir duygusal ilişki kurmak imkansız hale gelir.

Eğer bahse konu olan menfaat sizin için vazgeçilmez önemdeyse samimi olmanızı gerektirmeyecek kişilerle etkileşim halindeyken yıkıcı ve rövanşist moda girmemek için öz farkındalığınızı diri ve tetikte tutmanız faydalı olacaktır.

Çünkü bu sayede istemediğiniz bir işe hangi menfaat uğruna girdiğinizi kendinize sürekli hatırlatacak ve süreçten ziyade hedefe odaklanarak kendi işinizi sabote etmekten kaçınacaksınız.


5) Elde etmek istediğiniz menfaat, samimi olmanızı gerektirecek yakın bir ilişkiden geçiyorsa dürüstlük her zaman en sağlıklısıdır.

Samimiyetsizlik ve art niyet, bunlara maruz kalan kişiye kendini kandırılmış hissettirir. Dolayısıyla istediğinizi elde etmenize engel olur.

Halbuki peşinde olduğunuz şeyin gerçekte ne olduğunu açık ve dürüst bir şekilde ifade ederseniz karşınızdaki kişiyle uzlaşıya varma ihtimaliniz artar.

Uzlaşı olmasa bile en azından kendinizi, yakınını kandıran kişi pozisyonuna sokmamış olursunuz.

Böylelikle içten içe kendinizden nefret etmez, vicdan azabından dolayı kendinizi sabote etmezsiniz.


“Ben pişman olduğum nahoş bir duruma çoktan girdim ve bu durum tek başıma içinden çıkamayacağım kadar karmaşık ve kritik. Ne yapabilirim?”

Profesyonel destek alabilirsiniz.

Belki içinde bulunduğunuz olumsuzluk, çıkmanızı gerektirmeden düzelebilecek veya en azından tolere edilir seviyeye gelebilecek bir durumdur.

Bunu kendi başınıza sağlıklı analiz edemiyor olabilirsiniz, çok normal.

Çünkü hepimiz; duygularımızdan ötürü kendi içinde bulunduğumuz durumu, tıpkı bir filin bütününü mikroskopla görmeye çalışır gibi algılarız.

Oysa ki filin fil olduğunu anlamak için biraz uzaktan bakmak gerekir.

Kendi hayatınıza uzaktan ve tarafsız bakabilmek için danışman desteği almak çözümü kolaylaştırır.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta atabilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Hayatı başkasına adamak

Sigmund Freud der ki:

“İnsanların çoğunluğu gerçekte özgürlük istemez.

Çünkü özgürlük sorumluluk almayı gerektirir

ve çoğu insan sorumluluk almaktan korkar.”


Peki insanlar sorumluluk almaktan neden korkar?

En büyük sebebi aldığı sorumluluğun üstesinden gelemeyeceğini düşünmesi, yani aslında başarısız olma korkusudur.

Hiç denemeyen insan asla başarısız olmaz.

Ama başarılı da olamaz.

Peki başarısız olmaktan korkan insanlar ne yapar?

Bencil olanlar hayata karşı tembel ve asalak bir tutum takınarak yarını düşünmeden, hayatı günü gününe yaşar.

Fedakar insanlar ise hayatlarını başkalarına adayarak içlerindeki bir işe yarama, yardımcı olma ve fark yaratma ihtiyaçlarını başkaları üzerinden giderirler.

Bir başkası için çaba sarf eden kişinin başarısız olma ihtimali yoktur.

İşler yolunda gitmediği anda hayatını başkasına adayan kişi, başarısızlığın faturasını hayatını adadığı kişiye çıkarabilir.

Her şey yolunda giderse de başkası adına çaba gösteren kişi sahte bir içsel tatmin yaşar.

Alan/veren razı olduğu sürece bir sorun var mıdır?

Karşılıklı farkındalık söz konusuysa bir sorundan söz edilemez.

Ancak taraflardan biri bu dinamiğin neye mal olduğunun farkında değilse sorun yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Önce bu dinamiğin alan tarafına odaklanalım.

Kendisi için sürekli bir başkasının çaba sarf ettiği insan zamanla o kişiye bağımlı olur.

Çünkü süreç boyunca problem çözme, kendi başının çaresine bakma, kendi ihtiyaçlarını giderme yetenekleri ya körelmiştir ya da aşırı ilgili ebeveynlerin çocuklarında sıkça görüldüğü üzere bu yetenekler hiç gelişmemiştir.

Kendi ayakları üzerinde durma kapasitesine sahip olmayan biri her zaman ona kendisini adayacak birine ihtiyaç duyar.

İnsanların birbirleriyle ihtiyaçtan dolayı kurdukları bağ zehirlidir.

Bu tip ilişkilerde manipülasyon, kontrolcülük, sahiplenme gibi davranışlar sıklıkla görülür.

Sağlıklı ilişkilerin temeli ihtiyaç üzerine değil, istek üzerine kurulur.

Taraflar birbirlerine çok da fazla ihtiyaç duymadıkları halde ilişki kurmak istiyorlarsa o ilişki sağlıklı bir tatmin yaşatır.

Peki aynı dinamiğin veren tarafı, yani hayatını başkasına adayan kişi ne gibi sorunlar yaşar?

Birçok sorun yaşayacağı kesin.

Bunlardan en önemlisi kişinin kendi ihtiyaçlarını, arzularını ve isteklerini ihmal etmesidir.

Hayatını adadığı kişiden; sarf ettiği çabalar sonucu takdir, teşekkür, minnet veya o ilişkiden sağladığı fayda her ne ise aldığı sürece sorun çıkmaz.

Kendini ve hayatını bir başkası için harcadığı gerçeği batmaz.

Ne zaman ki bu alma/verme dinamiğinde alan taraf, veren tarafın bu ilişkiden edindiği faydanın kesilmesine yol açacak bir davranışta bulunur; o zaman sorunlar ortaya çıkar.

Hayatını başkasına adayan kişi var olan düzenin bozulmasından rahatsızlık duyar.

Çünkü çevresinde hayatını adayabileceği kimse kalmazsa kendisiyle ve çözmesi gereken kendi sorunlarıyla baş başa kalır.

İşte o zaman yine başarısız olma korkusu ortaya çıkar.

Aslında bu açıdan bakıldığında alma/verme dinamiğinin iki tarafı da birbirlerine bağımlı olduğundan bu tip ilişkilerin simbiyotik olduğunu söyleyebiliriz.

Herhangi iki insanın birbirleriyle bağlanma motivasyonu bu denli derin bir ihtiyaç üzerine kurulmuşsa, normal şartlarda çözümü basit ve sıradan sorunlar çok büyük birer tehditmiş gibi algılanır ve karşılıklı olarak abartılı tepkiler verilir.

Çünkü o ilişkinin çimentosu olan derin ve toksik ihtiyaç, aynı zamanda şiddetli bir kaybetme korkusuna yol açar.

Şiddetli bir korkunun, büyük bir tehdidin ve bunların sonucunda abartılı tepkilerin var olduğu bir ilişki; taraflarını mutsuz eder.

İnsanlar da mutsuzluğa bir yere kadar dayanabilirler.

Bunun sonucunda ya ilişkiyi sonlandırırsınız ya da uzun ve kronik mutsuzluk/stres sebebiyle hem akıl hem de beden sağlığınız bozulur.

Peki bu iki şıkkın bir alternatifi yok mudur?

Yani hem sağlığınızdan olmamak hem de bahse konu olan ilişkiyi sorunsuz bir şekilde sürdürmek mümkün müdür?

Tabii ki mümkündür.

Toksik ve simbiyotik hale gelmiş ilişkileri kopma noktasına gelmeden iyileştirmek profesyonel destek alınması halinde oldukça kolaydır.

Profesyonel yaklaşım sayesinde ilişkide sorun yaratan dinamiklerin saptanması, detaylıca açıklanması ve çözüm için nelerin yapılması gerektiğinin vurgulanması; ilişkiyi kurtarmak isteyen taraflara bir yol haritası çizer.

Bu yol haritası sayesinde taraflar; birbirleriyle yaşadıkları sorunlara daha rahat, hafif ve akılcı yaklaşarak yıkıcı değil, yapıcı olurlar.

Böylelikle kopma noktasına gelmiş ilişki iyileşmeye başlar ve temeli daha sağlıklı bir dinamik üzerine kurulmuş olur.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Mağdur egosu

Bazı insanlar vardır, başlarına gelen olayları öyle bir anlatırlar ki sanırsınız karşınızdaki dünyanın en şanssız insanı…

En talihsiz olaylar hep onları bulur, herkes onlara kazık atmıştır, hiçbir işleri yolunda gitmez.

Böyle insanlarla ilk defa tanıştığınızda boş bulunup onlara gerçekten acıyabilirsiniz bile!

Aslında istedikleri de budur.

Acıma, merhamet, başkası adına üzülme, muhatap olduğu insanın hayatındaki terslikleri iyileştirmek için çeşitli arayışlara girme…

Bunların hepsi aslında bir tür ilgi/alakadır.

Ve bu ilgi/alakanın odağında her zaman kendini dünyanın en şanssız insanı olarak lanse eden kişi vardır.

Yakınmaya, şikayet etmeye ve kendini acındırmaya devam ettiği sürece çevresindekilerin ilgisini üzerine çeker.

Ancak ya anlattığı konular herhangi birinin başına gelebilecek kadar yaygındır ya da aslında bahsettiği olaylar kendi başına açtığı dertler sonucunda meydana gelmiştir.

Bir insan kendi başını nasıl derde sokabilir?

Bunun çeşitli yolları vardır ama bu gibi insanların en sık yaptığı şeylerden biri sorumluluklarını yerine getirmemektir.

Araba örneği üzerinden gidelim.

Arabasının motorundan sıradışı ses gelen biri ilk fırsatta bir tamirciye gitmezse, o sesi duymazdan gelir ve arabasını sürmeye devam ederse önünde sonunda arabası bozulacak ve kişi yolda kalacaktır.

İşte bu arababın sahibi; yazının başından beri bahsettiğimiz tipte biri ise arabası bozulduktan sonra küfürler savuracak, lanetler okuyacak, kadere isyan edecek, neden bütün kötü olayların hep onu bulduğunu sorgulayacak ve bu başına gelenleri çevresindeki herkese ballandıra ballandıra anlatacaktır.

Tabii bunları anlatırken asla bir süredir arabanın motorundaki sesi duymazdan geldiğini söylemeyecektir.

Çünkü kadere isyan edip çevredeki insanların sempatisini sömürmek, sorumluluk üstlenip arabayı tamire götürmekten veya hatayı kabul edip motordan gelen sesi önemsemediğini itiraf etmekten daha kolay ve besleyicidir.

Bu gibi insanlar, etrafındakilerin olumlu duygularıyla kendi içlerindeki olumsuz duyguları besler ve büyütürler.

Sürekli mağdur olan birinin hatalı olması mümkün değildir.

Kendisini hatasız, kusursuz, masum; çevreyi ise suçlu, yetersiz ve şeytani ilan ederek egolarını beslerler.

Her şey gibi bunun da soyut ve somut birçok sonucu vardır.

Somut sonuçları arasında;

  • Kişiler arası ilişkilerin bozulması nihayetinde yalnızlaşma,
  • Sorumsuzluk sebebiyle kötü gitme ihtimali olan şeyler hakkında yeteri kadar iyi risk analizi yapamama,
  • Dolayısıyla kişinin başına ortalamanın üzerinde olumsuzlukların gelmesi

gibi durumlar vardır.

Soyut sonuçları da en az somut olanlar kadar zararlıdır.

Kişi; kendi sorumluluklarını üstlenmek ve hatalarını kabul edip düzelmek için çaba sarf etmek yerine başına gelen bütün kötülükleri dış etkenlere bağlamaya devam ettiği sürece gerçeklik algısı deforme olur.

Sürekli olumsuz beklenti içine girer ve vücudu bu “hayali” olumsuzluklara karşı hazırlıklı olmak adına kendini korumaya çalışır.

Vücudun kendini sürekli tehdit altında hissetmesi de stres ve mutsuzluk üretir.

Kronik stres halinde mutsuz olan insanın hayatına dair beklentileri daha da kötüleşir ve bir kısır döngü oluşur.

Bu kısır döngüden kurtulmanın yolu, kişinin sorumluluklarını üstlenmesiyle başlar.

Ancak bunun için farkındalık gerekir.

Eğer çeşitli sebeplerden ötürü bu gibi insanların etrafında sürekli onları pasif bir şekilde dinleyerek acıyan, içlerindeki mağdur egosunu besleyen birileri varsa kişinin farkındalık kazanması oldukça zordur.

Çevrenizde böyle birileri varsa ve onların gerçekten iyiliğini istiyorsanız onlara acımak yerine hatalarını ve aksattıkları sorumluluklarını yüzlerine vurmanız gerekir.

Size küsme ihtimalleri sonucu onları kaybetme pahasına bile.

Eğer yakın çevrenizde böyle birileri yoksa ya eş, dost, akraba tercihlerinizde gerçekten başarılısınız…

… ya da o kişilerden biri sizsiniz.

Mağdur egosundan muzdarip bir yakınınız varsa veya bu yazıda bahsedilenlerin bir kısmı kişiler arası ilişkilerinizi etkiliyorsa danışmanlık almayı düşünebilirsiniz.

Eşlerin, sevgililerin, yakın akrabaların veya dostların birbirlerine etkin ve sağlıklı bir şekilde nerede hata yaptıklarını söylemesi zordur; çünkü işin içinde duygular vardır.

Ancak profesyonel bir danışman, olayları tarafsız ve duygulardan bağımsız bir şekilde ele alacağından etkin iletişim ve analitik yaklaşım ile danışanın değişime, gelişime ve başarıya ulaşmasını kolaylaştırır.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Sevgiyi ödünç vermek

Herkesin sevme ve sevilme ihtiyacı vardır.

Ancak herkes sevgisini nasıl göstermesi gerektiğini bilmez.

Sevilme ihtiyacını belli edemez.

Bu yüzden sevgi, çoğu zaman sahiplik ile karıştırılır.

“Sahip çıkarsam sevdiğimi anlar” veya “bana sahip çıktığına göre seviyor olmalı” anlayışı oldukça yaygındır.

Oysa ki sahiplenmek, kontrolcülüğü ve kısıtlamayı da beraberinde getirir.

“Sahip çıktığınız” insan için neyin iyi, neyin kötü olduğuna dair karar verme yetkisini kendinizde görürsünüz.

Sevdiğinizi iddia ettiğiniz insanın var olması, kendi kararlarını kendi vermesi, isteklerini ve arzularını yerine getirmesi için alan bırakmamaya başlarsınız.

Kontrol etmeye çalıştığınız kişi, zamanla kendini boğuluyormuş gibi hisseder.

Bu da maalesef sevginin ölümüne yol açar.

“Sevgi” ambalajına sarılmış kontrolcülük, kendini çeşitli yollarla gösterebilir.

Bunlardan biri, sevgiyi ödünç vermektir.

Sevgisini göstermeyi ve sevilme ihtiyacını dile getirmeyi bilmeyen insanlar; sevmek ve sevilmek istedikleri insanlara hediye vermek gibi, güzel söz ve davranışlarda bulunmak gibi çeşitli iyilikler yaparlar.

Aslında buraya kadar sorun yok, sonuçta bunlar kimin hoşuna gitmez ki?

Sorun, bunları yapan kişinin karşılık beklemesiyle başlar.

Bu karşılık illa ki denk olmak zorunda değildir.

Örneğin hediye veren biri, alan kişiden ille de karşılığında hediye beklemeyebilir.

Onun yerine farklı taleplerde bulunabilir.

En başta hediye beklemeyen kişinin bu talepleri reddetmesi halinde de hediyeyi veren kişi bazen sözlü olarak bazen de davranışlarıyla memnuniyetsizliğini belli eder.

“… ama ben sana hediye vermiştim…” diyebilir veya “trip” atabilir.

Bu gibi yaklaşımlar da ilişkiye zarar verir.

Çünkü bu sitem veya triplere maruz kalan kişi, karşı tarafın yaptığı iyiliklerde samimi olmadığını düşünür.

Samimiyetin olmadığı yerde sevgi uzun süre hayatta kalamaz.

Karşılık bekleyerek iyilik yapmak ticari veya siyasi ilişkilerde işe yarasa da romantik ilişkilerde veya arkadaşlık, aile ilişkilerinde tahribata yol açar.

Dolayısıyla “o istemeden ben ona iyilik yaparak sevgimi göstereyim ki o da bana karşılığında istediğim bir şeyi yaparak beni sevdiğini kanıtlamış olsun” diye özetlenebilecek kontrolcü anlayış yerine sevgi direkt olarak ifade edilmelidir.

Sevdiğiniz, sevgisini görmek istediğiniz insana bu açıkça ifade ettiğinizde samimiyetinizi ortaya koyarsınız.

Elbette samimiyet çoğu zaman farkında olarak veya olmayarak test edilir.

Ancak bunu test edecek kişi zaten sizden çeşitli taleplerde bulunacaktır.

Bu taleplerin, ilişkinin dinamiğine uygun şekilde karşılık beklemeden yerine getirilmesi kişileri birbirlerine yakınlaştırır.

Bu sayede sevginin ömrü uzar.

Eğer sevginizi ifade edemiyorsanız, sevilme ihtiyacınızı açıkça dile getiremiyorsanız veya yakınlarınızda sevgisini ödünç veren birileri varsa bu durumlarla başa çıkabilmek için danışmanlık alabilirsiniz.

Danışmanlık randevusu için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Reddedilmekten neden korkarız?

Bu soruya birbirini tamamlayan iki farklı bakış açısıyla cevap verebiliriz.

Birincisi evrimsel, ikincisi ise egosal.

Evrimsel perspektiften bakarsak atalarımızın henüz yerleşik hayata geçmediği, avcılık ve toplayıcılıkla hayatta kalmaya çalıştığı dönemlere kadar gitmemiz gerekir.

Bu dönemde birey kavramı henüz gelişmemişti.

Güvenlik ve beslenme imkanları son derece kısıtlı olduğundan kabileye ayak uyduramayan, toplulukla beraber hareket edemeyenlerin hayatta kalma ihtimali yok denecek kadar azdı.

Dolayısıyla hayatta kalma ihtimalini artırmak isteyen atalarımız; hem içine doğdukları topluluktan kabul görmek hem de çiftleşip soyunu devam ettirebilmek için karşı cinse kendini beğendirme ihtiyacı duyardı.


Egosal bakış açısında ise gitmemiz gereken yer kendi içimiz.

Eğer varlığımızı, benliğimizi ve öz değerimizi dış koşullara bağlarsak; bu koşulların değişmesi halinde varlığımız, benliğimiz ve öz değerimiz tehdit altındaymış gibi hissederiz.

Örneğin; kendimizi sevmiyorsak, bizi seven romantik partnerimiz üzerinden sevilmeye değer olduğumuzu düşünür ve bu kişiye bağlı değil bağımlı oluruz.

Ya da birey olarak yetişmemişsek, var olabilmek için kendimizi bir topluluğa ait hissetmek zorunda kalırız.

Bu topluluk bazen bir ırkın mensupları, bazen bir dinin müminleri, bazen bir spor kulübünün taraftarı, bazen de bir hobi grubunun parçası olarak kendini gösterebilir.

Böyle bir durumda kişinin var olduğunu hissedebilmesi için kendini ait olduğu topluluğun üyesi olarak tanımlaması yetmediği gibi, bazen o topluluktan olmayanları ötekileştirmesi ve hatta yaşamayı hak etmediklerini düşünmesi bile gerekebilir.

Bu sebeplerden ötürü, romantik partnerimiz olmasını istediğimiz birine ilk adımı atarken vücudumuz sanki hayati tehdit altındaymışız gibi tepki verir.

Kalp atışımız hızlanır, kısa ve kesik nefesler almaya başlarız ve kaslarımız gerilerek kaçmaya veya savaşmaya hazırlanır.

Oysa ki sadece yeni bir insanla tanışıyoruzdur, ortada herhangi bir hayat memat meselesi yoktur.

Veya ait olduğumuz herhangi bir topluluğun iç dinamikleri (dedikodular, güç savaşları, iftiralar, çatışmalar vb.) bize zarar vermesine rağmen onlardan uzaklaşamıyorsak kendimizi birey değil, o grubun üyesi olarak tanımlıyoruzdur.

Bu gibi bir durumda o grubun üyesi olmaya devam edebilmek için kendimizden ödün vermemiz gerekir ve aslında yapmak istemeyeceğimiz şeyleri yaparak mutsuz oluruz.

Birey olmak, öz değerimizin farkına varmak, kendimizi sevmek ve olduğumuz gibi var olmayı hak ettiğimize inanmak reddedilme korkusunu ortadan kaldırır.

Yalnızca reddedilme değil, terk edilme korkusunu da yok eder.

Kıskançlık, kontrolcülük ve aldatılma korkusu da bu kavramlarla iç içedir.

İkili veya çoklu ilişkilerinizde sorun yaşıyorsanız odaklanmanız gereken yer muhataplarınızdan önce kendi içinizdir.

Bu konuda profesyonel yardım almak isterseniz danışmanlık başvurusunda bulunabilirsiniz.

Başvuru için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Kendini gerçekleştiren kehanet nedir?

Biriyle tanışacaksınız.

“Acaba nasıl biridir?” diye merak ederken aklınızdan “kesin benden hoşlanmayacak” gibi bir düşünce geçer.

Sonunda gerçekten de tanıştığınız kişi sizden hoşlanmaz.

Peki bu nasıl olur?

Geleceği görebilen bir kahin misiniz, yoksa kendi kehanetlerinizin esiri mi?

Aslında bu soruların cevabı bilinç ve bilinç dışında saklı.

Farkında olarak yaptığımız şeyler, isteyerek söylediğimiz sözler bilinçli eylemlerin sonucudur.

Eğer bazı davranışlarımızı anlamlandıramıyorsak, ağzımızdan çıkan kelimeler bazen istemsizce dökülüyorsa orada bilinç dışından söz edilebilir.

Bilinç dışı, zihnimizin farkında olmadığımız kısmıdır.

Varlığından bile haberdar olmadığımız arzular, ihtiyaçlar, unuttuğumuz anılar bilinç dışında saklıdır.

Gündelik hayatımızda tetikleyici herhangi bir şey olmadığı takdirde orada saklanmaya devam ederler.

Bazen tetiklensek bile yeterli farkındalığa sahip değilsek, bizi tetikleyen şeyin bilinç dışımızda nereye dokunduğunu anlayamayız.

Sürekli farkındalık insanı yorar, bu yüzden çoğu zaman zihnimizi otomatik pilota bağlarız.

Otomatik pilottayken davranışlarımızı ve konuşurken seçtiğimiz kelimeleri alışkanlıklarımız belirler.

Alışkanlıklarımızı ise yaşantılar…

Benzer yaşantılara sahip insanlar -örneğin aynı evde yetişmiş kardeşler bile- yaşadıklarını farklı yorumlar.

Özellikle çocukken başımıza gelen şeyleri nasıl yorumladığımız, önce bizi sonra da beklentilerimizi şekillendirir.

Küçükken maruz kaldığımız olaylar sonucunda, örneğin değersiz olduğumuza dair çıkarımlar yaptıysak yetişkinlik hayatımız boyunca eylem ve söylemlerimiz hep bu temele dayanır.

Kendimizi değersiz hissettiğimiz için, farkında olmadan başkalarına da bize değer vermemelerine sebep olacak şeyler söyler veya davranışlarda bulunuruz.

Tanışma örneği üzerinden anlatmak gerekirse;

Tanışacağımız kişinin bizi kesin sevmeyeceğine dair beklenti içine girersek; bilinç dışı düzeyde, farkında olmadan o kişinin bizi sevmemesine yol açacak bir tutum takınırız.

Küçümseyici konuşur, eleştirir, ciddiye almaz, özenli davranmayız.

Sonunda gerçekten de bu davranışlarımızdan ötürü o kişi bizi sevmediğinde “Bak, gördün mü? Yine haklı çıktım!” deriz.

Dolayısıyla da kendi kehanetimizin kurbanı oluruz.

Buna kendini gerçekleştiren kehanet denir.

Bu aslında bir kısır döngüdür ve çoğu insan bunun farkında değildir.

Farkında oldukları şey, olay örgüsünün sonucudur.

Kısır döngüyü kırmak için sebebin farkına varmak gerekir.

Bu gibi bilinç dışı beklentiler, davranışlar veya sözler; kişinin ailesi, eşi veya sevgilisi, hatta arkadaşlarıyla arasındaki ilişkileri bile olumsuz etkiler.

Örneğin geçmiş travmalarından ötürü şiddetli bir aldatılma korkusu yaşayan kişi; sevgilisi veya eşine bunu hissettirecek, güvensizlik duygusu çiftin arasında mesafe yaratacak, bu mesafe arttığı takdirde kişi gerçekten de aldatılacaktır.

Farklı insanlarla aranızdaki ilişkilerde birbirine benzer ve tekrar eden sorunlarla karşılaşıyorsanız bunların sebebi bilinç dışı inançlarınız olabilir.

Kişinin bunu tek başına fark etmesi zordur, çünkü hissettiği duyguların yoğunluğu nedeniyle olayları tarafsız analiz edemez.

Kendiniz, hayatınız ve sevdiklerinizle aranızdaki ilişkiler hakkında daha fazla farkındalığa sahip olmak; bu sayede içinde bulunduğunuz kısır döngüyü kırmak istiyorsanız danışmanlık almayı düşünebilirsiniz.

Danışmanın profesyonel ve tarafsız bakış açısı sayesinde geçmiş yaşantılarınıza dair olumsuz çıkarımlarınızın farkına varırsınız.

Kendinize dair düşünce ve inançlarınız iyileşir, kendinizi daha iyi tanırsınız.

Böylelikle bilinç dışınızın kontrolünden kurtulur, eylem ve söylemlerinizi bilinçli bir şekilde belirlersiniz.

Dolayısıyla ikili ilişkilerinizde sıklıkla şikayet ettiğiniz tekrar eden sorunlar ortadan kalkar.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.