Mutluluk bir yan etkidir

“Artık mutlu olmak istiyorum!” diyen birçok insanla karşılaşmışsınızdır.

Mutlu olmayı sanki hayatlarının bir amacı, bir hedefmiş gibi tanımlarlar.

Aksine, mutluluk da diğer tüm duygular gibi hedef değil; hedefe giden yolda bize rehberlik eden yol göstericilerdir.

Hedefin ne olduğu sürekli değişir, zaten kimsenin hayatında tek bir hedef de yoktur.

Acıktığımızda bir şeyler yemek de bir hedeftir, iyi bir iş bulabilmek için eğitimimizi tamamlamak da.

Hedefe giden yolda attığımız her başarılı adımda beynimiz mutluluk hormonlarından biri olan dopamini salgılar.

Salgılanan dopaminin yoğunluğu, hedefin büyüklüğü ve vadesinin uzunluğu ile doğru orantılıdır.

Kolay ve kısa zamanda ulaşılabilecek bir hedef için salgılanan dopamin hormonu pek güçlü olmaz.

Zorlayıcı ve uzun vadeli bir hedefe varmaya çalışırken atılan her adımda olduğu gibi, hedefe ulaşıldığında salgılanan dopamin hormonu da yoğun ve tatmin edici olacaktır.

Burada asıl mesele hedef belirlemektir.

Hedef fazla kolay seçilirse tatmin etmeyecek, fazla zor seçilirse de asla ulaşamama riski doğacaktır.

Hem ulaşılması mümkün hem de ulaşmaya çalışırken kişiyi geliştirebilecek bir hedef seçmek esastır.

Bunun için de kişinin kendini tanıması gerekir.

Kendini yeteri kadar tanımayan ve ne istediğini bilmeyen insanlar çoğu zaman orta/uzun vadeli hedefler belirleyemeyeceği için tatmin edici pozitif duygulardan da mahrum kalırlar.

Hayatın anlamsız olduğuna dair inançları her geçen gün artar ve bu da kişide huzursuzluk yaratır.

Çünkü hayat, istisnasız herkes için zordur.

Bu zorluğu yaşamaya değer kılacak şey de hayatın anlamlı olduğunu düşünmekten geçer.

Tıpkı hedefin kişiden kişiye değiştiği gibi, anlam da son derece özneldir.

Kimi aile kurarak çocuk yetiştirmeyi anlamlı bulur, kimi kendini hayır işlerine adayarak çevresine fayda sağlamaya çalışır.

Bunları yaparken tatmin olan kişi hedefini doğru belirlemiş demektir.

Hedefe giden yolda attığı her adım biyokimyasal yapısını olumlu duygularla dolup taşıracağı için hayatı huzur ve memnuniyet içinde yaşar.

Herhangi bir engelle karşılaştığında da hayatın anlamlı olduğuna dair inancı kişiyi motive eder, dolayısıyla da sorunları çözme ihtimali önemli ölçüde artar.

Hayatın anlamsız olduğunu, yolunuzu kaybettiğinizi ve herhangi bir hedefinizin olmadığını düşünüyorsanız kendinizi yeteri kadar tanımıyor olabilirsiniz.

Kendini tanımayan insan ne istediğini bilemez ve hayatı huzursuzluk içinde yaşar.

Bu huzursuzluk gerek ailevi, gerek sosyal, gerekse de iş ilişkilerini olumsuz etkiler.

Eğer yakın ilişkilerinizde sık sık sorun yaşıyor ve çevrenizdekilerle tatmin edici derinlikte bağ kuramıyorsanız danışmanlık almayı düşünebilirsiniz.

Danışmanlık seanslarında hem kendinizi hem de yakınlarınızı farklı açılardan analiz ederek daha iyi tanımaya başlarsınız.

Çevrenizdekileri tanıdıkça bazı davranışlarını veya sözlerini daha iyi anlamlandırırsınız.

Kendinizi tanıdıkça da hayattan ne beklediğinize dair fikirleriniz netleşir.

Bu sayede içinizdeki huzursuzluk hissi azalmaya başlar ve hayatı sizin için anlamlı kılacak hedefler belirlemek kolaylaşır.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

“Hep iyi niyetimden kaybediyorum”

Hayatı algılarken kendimizden yola çıkarız.

“Kişi, kendinden bilir işi” sözü; kulağa her ne kadar süslü ama içi boş bir klişe gibi gelse de aslında göründüğünden daha derin bir hakikat içerir.

Çevremizde olup bitenlerle sağlıklı bir şekilde etkileşime girebilmek için onları anlamlandırmamız gerekir.

Bunun için de basit bir sebep-sonuç ilişkisi kurma ihtiyacı duyarız.

“Şu adam küfür ettiğine göre çok sinirlenmiş olmalı.”

… veya…

“Yemeğe davet ettiyse benden hoşlanıyor demektir.”

… gibi.

Farkında olsak da olmasak da başvurduğumuz ilk mekanizma “ben olsam ne yapardım” mekanizmasıdır.

Aşağı yukarı şöyle çalışır:

  • “Benim küfür edebilmem için çok sinirlenmem gerekir, demek ki şu adam da küfür ettiğine göre çok sinirlenmiş olmalı.”
  • “Benim birini yemeğe davet edebilmem için ondan hoşlanmam gerek, demek ki benden hoşlanıyor.”

Ancak her zaman çevremizdeki gerçeklik ile algılarımız uyuşmaz.

Hayata bakış açımızı genetik altyapımız ve başımıza gelenler ile onları nasıl yorumladığımız belirler.

Aynı anne-babaya sahip, aynı evde, benzer şartlar altında yetişmiş kardeşlerin bile birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını göz önüne alırsak; aynı davranışı sergileyen insanların motivasyonlarının farklı olabileceğini unutmamak önemlidir.


“Ben hep iyi niyetimden dolayı kaybediyorum” sözünü çok duymuş, hatta bazen söylemiş bile olabilirsiniz.

Hep kaybettiğini ve sebebinin de kendi iyi niyeti olduğunu belirten kişinin, çevresindeki gerçeklik ile algılarının uyumlu olmadığı aşikârdır.

Uyumsuzluğu yaratan faktörün, kişinin kendi algıları olduğunu anlaması; onun bir daha böyle bir cümle kurma ihtimalini önemli ölçüde azaltır.

Kendisini mutlak iyi niyetli biri olarak tanıyan ve tanımlayan kişinin naif olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Hayata iki farklı uçtan bakılabilir: iyimserlik ve kötümserlik.

İyimser biri, çevresinde olup bitenleri iyi yönleriyle değerlendirir.

Kötümser biri ise tam tersi, her şeyi olumsuz algılar.

Çevremizdeki gerçeklik ise bu iki ucun arasında bir yerlerde gezinmektedir.

Her zaman dengeyi yakalamak mümkün olmasa da stresten uzak bir hayat için çoğu zaman o dengeye yaklaşmak şarttır.

Naif birinin dengeye yaklaşma ihtimali oldukça düşüktür, çünkü iyimserlik kutbuna yakındır.

Çevresindeki gerçekliğin kendi iyimser algısıyla uyuşmadığını her fark ettiğinde kendini tehdit altında hisseder ve vücudu stres üretir.

Bu durum belirli bir sıklıkta tekrar edip belirli uzunlukta yaşandığında kişinin sadece psikolojik sağlığı değil, fiziksel sağlığı da bozulmaya başlar.

Kronik stres altında yaşayan bir insanın vücudundaki kortizol seviyesi yüksek olur, bu da erken yaşlanmasına ve bazı hastalıklara daha kolay yakalanmasına sebebiyet verir.

Dolayısıyla hep iyi niyetinden dolayı kaybettiğini düşünen birinin “iyi niyet” olarak tanımladığı değer yargılarını sorgulaması, stresten uzak bir hayat için iyi bir başlangıçtır.

Bunun için oldukça basit ama bir o kadar da etkili bir yöntem denenebilir.

Kişi, önüne bir kağıt ve kalem alıp hayatındaki en yakın üç kişinin adını yazar.

Bu üç kişinin farklı alanlardan olması yöntemin etkinliğini artırır.

Örneğin biri eş/akraba, diğeri yakın arkadaş, öbürü ise iş arkadaşı olabilir.

Sonra da kişinin, bu üç yakınına ne tür zararlar verebileceğini düşünüp yazması gerekir.

Naif birinin bunu yaparken zorlanması oldukça normaldir.

Hayatı algılama ve o algılardan yola çıkarak davranışlarını belirleme mekanizması “iyi niyet” üzerine inşa edildiği için başkalarına, özellikle de en yakınlarına zarar vermek aklına bile gelemez çünkü.

Gelgelelim iyi insan, kötülük yapamayan biri değildir.

Zaten kötülük yapmak kişinin elinden gelmiyorsa orada iyi/kötü insandan çok güçlü/güçsüz insandan söz edilebilir.

İyi insan, elinden kötülük yapmak geldiği halde yapmamayı tercih eden insandır.

En yakınlarına bile ne tür zararlar verebileceğinin farkında olup bunları yapmamayı tercih eden kişi, naiflikten uzaklaşmaya ve çevresini saran gerçekliğe yaklaşmaya başlar.

Herkes iyi niyetli değildir.

Etraf, sadece kendi menfaatini düşünen ve etkileşime girdiği kişileri umursamayan insanlarla doludur.

Bu yüzden sürekli iyi niyetinden dolayı kaybettiğini düşünen biri; artık kaybetmek istemiyorsa etkileşim içinde olduğu insanlara satır arasında hem kendilerinin hem de karşısındakinin ne gibi kötülükler yapabileceğine dair farkındalık sahibi olduğunu belli etmelidir.

Tabii bunun için de öz farkındalık esastır.

Eğer yeterli öz farkındalığa sahip olmadığınızı düşünüyorsanız yukarıda önerilen yöntemi deneyebilirsiniz.

Tek başınıza yapmakta zorlanır veya başarılı olamazsanız danışmanlık almayı da düşünebilirsiniz.

Danışman seans boyunca; sizi, hayatınızı ve hayatı algılama biçiminizi anlamak için yönlendirici sorular sorar.

Sorulara sesli yanıt verirken kendiniz, hayatınız ve hayatınızı algılama biçiminiz hakkında daha önce farkında olmadığınız şeyler keşfedersiniz.

Bu keşifler sayesinde önce kendinizi, sonra da çevrenizi daha farklı algılamaya başlarsınız.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Çocuğunuz iyi bir şey yaptığında…

Hınç, hepimizi ara sıra etkisi altına alan ama pek azımızın farkında olduğu güçlü bir duygudur.

Biri istemediğimiz bir şey yaptığında ve bu bize kendimizi kötü hissettirdiğinde duygularımızı ifade edemezsek o kişiye karşı hınçlanırız.

Hıncın etkisi altındayken o kişiden intikam almaya yönelik planlar yapar ve fırsatını bulduğumuzda da bu planlardan en uygun olanı eyleme dökeriz.

Bu sayede intikam alınır, hesaplar eşitlenir, ödeşmiş oluruz.

Peki istemediğimiz şeyi yapan kişi çocuğumuzsa?

Kendi çocuğumuza hınçlanmak, ondan intikam almak için zarar verici davranışlarda bulunmak…

Kulağa ne kadar sağlıklı geliyor?

Çoğu insan bunun kulağa pek de sağlıklı gelmediğini düşündüğü için inkâr etmeyi seçer.

“Ben mi? Ben çocuğuma karşı asla hınçlanmam! Ne yaparsa yapsın onu çok seviyorum.”

Bu cümle birden fazla otomatik düşünce barındırıyor.

Öncelikle anne/baba da olsanız siz de insansınız ve insanların duyguları vardır.

Bir anne veya babanın kendini duygulardan azade bir melek gibi görmesi kendini yeteri kadar iyi tanımadığını ve duygularıyla iletişim halinde olmadığını gösterir.

Oysa ki davranışlarımıza büyük ölçüde yön veren duygularımızdır.

Bir anne veya baba elbette ki çocuğu hoşuna gitmeyen bir şey yaptığında ona öfkelenebilir.

Öfke tek başına sağlıklı bir duygudur.

Hayatınızda nelerin olması ve olmaması gerektiğine dair size yönlendirmelerde bulunur.

Önemli olan öfkenin nasıl ifade edildiğidir.

Öfkeliyken hakaret veya küfür etmek, fiziksel şiddete başvurmak veya içe atıp hınç duygusuna dönüştürmek pek sağlıklı değildir.

Bu davranışlardan herhangi biri hem size hem de öfkelendiğiniz kişiye zarar verir ve ilişkinizi yıpratır.

Sağlıklı olan; neden öfkelendiğinizi herhangi bir suçlama, genelleme veya hakarette bulunmadan ifade edebilmektir.

Öfkenizin en yoğun olduğu anda bunu yapmak kulağa zor gelebilir, bu da çok doğaldır.

Bu noktada farkındalık içinde olmak ve “şu an çok öfkeliyim, öfkem geçtiğinde konuşalım” deyip sizi öfkelendiren kişiden bir süreliğine uzaklaşmak faydalı olur.

Bu süre zarfında hem siz sakinleşme, duygularınızın ve düşüncelerinizin farkına varma imkânı kazanırsınız; hem de sizi öfkelendiren kişi kendi davranışlarını veya sözlerini gözden geçirip sizi neden öfkelendirmiş olabileceğine dair düşünme fırsatı bulur.

Sizi öfkelendiren kişi çocuğunuzsa büyük ihtimalle nerede ve ne zaman yanlış yaptığını çözemeyecektir.

Ebeveyni olarak siz; öfkenizin yoğun etkisinden kurtulduktan sonra ona karşı neden öfkelendiğinizi suçlama, genelleme ve hakarette bulunmadan sakince anlatabilirsiniz.

Bu yöntem;

  • “Sen zaten hiçbir halta yaramazsın”,
  • “ne kadar sorumsuzsun”,
  • “hayvan herif”,
  • “geri zekalı”

… gibi sözlerden çok daha etkilidir.

Anne veya babasından bunları duyan bir çocuğun davranışlarını düzeltecek motivasyona sahip olmasını beklemek hayal kurmaktan öteye geçemez.

Ayrıca ebeveyn ve çocuk arasındaki mesafeyi açar; tarafları birbirinden önce duygusal, zamanı gelince de fiziksel olarak uzaklaştırır.

Bunun yerine;

  • “Yaptığın hareket şu, şu, ve şu açılardan yanlıştı”,
  • “bu, bu ve bu sebeplerden ötürü senin şöyle davranmanı istiyorum”,
  • “böyle davranmaya devam edersen mutlu olmayacağım”,
  • “şimdi git ve davranışların üzerine düşün”,
  • “hareketlerini düzeltmeye karar verdiğinde burada olacağım”

… gibi sözleri sakince, dürüstçe ve çocuğunuzun gözlerinin içine bakarak söylediğinizde aranızdaki bağ kuvvetlenir.

Çünkü çocuğunuz ondan ne beklediğinizi ve önceki davranışının hangi sebeplerden ötürü yanlış olduğunu bilir.

Çocukların netliğe ihtiyacı vardır.

Kafası net bir insan, kendini değiştirmek ve geliştirmek için yeterli motivasyona sahip olur.


Tabii tüm bunları yapmak bazı ebeveynlere zor gelir.

O yüzden ya kaba kuvvet kullanarak zorbalığı tercih eder ya da çocuk ne yaparsa yapsın görmezden gelir.

Görmezden gelmek bir yere kadar mümkündür.

Her insanın olduğu gibi anne/babaların da bir tolerans eşiği vardır.

Çocuğunuzun hoşunuza gitmeyen davranışları belirli bir süre devam ettiğinde o eşik aşılmış olur.

Duygularınızı yukarıdaki gibi sağlıklı bir şekilde ifade etmek yerine içinize atmayı tercih ederseniz çocuğunuza karşı hınçlanmaya başlarsınız.

İçinizde biriktiğini fark etmediğiniz hınç sizi, kendi çocuğunuzdan intikam almak için doğru zamanı bekleme moduna sokar.

Bu da genelde çocuğunuzun iyi bir şey yaptığı ve sizden onay veya takdir beklediği bir ana denk gelir.

İşte o an, içinizde biriken hınç duygusu ortaya çıkar ve sizi çocuğunuza karşı cezalandırıcı davranışlarda bulunmaya veya sözler söylemeye teşvik eder.

Böylelikle çocuğunuz, iyi bir şey yaptığı için kendini cezalandırılmış hisseder.

Her zaman netliğe ihtiyaç duyan ve kafası daha da karışmış olan çocuk ne yaparsa yapsın işe yaramayacağını ve sizden asla takdir göremeyeceğini düşünüp iyi şeyler yapmaktan da vazgeçer.

Bu yüzden yetişkin olarak sorumluluğu ele almalı ve hınç duygunuzun farkına vararak bunu çocuğunuza yönlendirmemeyi başarmanız gerekir.

Bunun için de duyguların farkında olmak ve sağlıklı bir şekilde ifade edebilmek şarttır.

Hınç sadece ebeveyn-çocuk ilişkilerinde değil; eşler veya sevgililer, kardeşler ve arkadaşlar arasında da kendisini gösterir.

Çocuğunuzun, eşinizin, sevgilinizin, kardeşinizin veya arkadaşınızın; hoşunuza giden herhangi bir davranışını gördüğünüzde bunu fark etmek, vurgulamak ve takdir etmek o kişiyi benzer olumlu davranışları tekrar yapmaya teşvik eder.

Bunun yerine geçmişteki olumsuzluklardan kalan hınçla;

  • “Zaten yapmalıydın”,
  • “Neden daha iyisini yapmadın?”

gibi şeyler söylemek kişiler arasındaki ilişkiye zarar verir.

Hınç duygusuna sık sık kapılıyor ve başa çıkmakta zorlanıyorsanız veya olumsuz duygularınızı sağlıklı bir şekilde ifade etmek size güç geliyorsa danışmanlık almayı düşünebilirsiniz.

Danışman; duygusal farkındalığınızı artırmanıza yardımcı olur, başa çıkma mekanizmaları geliştirme konusunda yol gösterir ve bu sayede yakınlarınızla aranızdaki ilişkiler düzelmeye başlar.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

“Hatırladıkça hala kötü oluyorum”

Herkesin kötü anıları vardır.

Reddedilme, terk edilme, aldatılma, yanlış anlaşılma, yalnız kalma, başarısız olma gibi…

Örnekler çeşitlendirilebilir.

Bu anılarınızın herhangi birinin üzerinden 18 ay veya daha uzun bir süre geçmesine rağmen hala aklınıza geldiğinde olumsuz duygular hissediyorsanız zihniniz ve bedeniniz tehlike çanları çalarak sizi uyarmaya çalışıyor demektir.

Bu uyarının tercümesi şudur:

“Başına gelen ve sana zarar veren şu kötü olaydan alman gereken dersleri almadın. Tekrar benzeri bir olay yaşarsan yeniden aynı zararı görebilirsin. Uzak dur, kendini koru!”


İnsanın en yoğun içgüdüsü hayatta kalmaktır.

Düşüncelerini, duygularını, davranışlarını ve yaşam tarzını; hayatta kalma ihtimalini en fazla artıracağını düşündüğü şekilde sürekli düzenlemeye çalışır.

Bu yüzden zihnimiz düşünceler, bedenimiz de duygular vasıtasıyla bize doğru yolda olup olmadığımızı söyleyerek yönlendirmelerde bulunur.

Zarar görebileceğimiz insanlardan, durumlardan ve çevrelerden uzak durmamıza yönelik düşünce ve duygular üretir.

Bu tip insanların, durumların ve çevrelerin sayısı ne kadar fazlaysa onlardan uzak durma eğilimi de o kadar şiddetli olacaktır.

Bu da beraberinde yalnızlaşmayı getirir.

Ancak insan sosyal bir varlıktır, başka insanlarla etkileşime girdikçe hayattan aldığı keyif artar.

Bu etkileşimin sıklığı ve derinliği tabii kişiden kişiye değişir.

Önemli olan, insanın yakınında ihtiyaç duyduğu zaman istediği her konuyu konuşabileceği birilerinin olmasıdır.

Bunun için de belli ölçülerde sosyal etkileşim şarttır.

Her sosyal ilişki zarar görme veya zarar verme ihtimalini içinde barındırır.

Bazen zarar gören olursunuz, bazen de zarar veren.

Dikkat edilmesi gereken husus, telafisi mümkün olmayan zarardan uzak durmaktır.

Telafisi mümkün olan zarar doğru değerlendirilirse insanı geliştirir, güçlendirir.

Korunmaya en çok ihtiyaç duyan şey; kırılgan, zayıf ve güçsüz olan şeylerdir.

Başımıza gelen kötü olaylardan çıkarmamız gereken dersleri çıkarmayıp unutmaya çalışırsak, hiç olmamış gibi davranırsak kendimizi geliştirme ihtimalini çöpe atacağımız gibi; başımıza benzer bir olayın gelmesi halinde tekrar benzer bir zararı görmemiz kaçınılmaz olur.

Dolayısıyla; üzerinden 18 ay veya daha fazla zaman geçmesine rağmen hatırladıkça kendinizi hala kötü hissettiğiniz olaylar varsa, unutmaya çalışmak yerine üzerine detaylıca düşünmek kendiniz için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biridir.

Özellikle odaklanmanız gereken noktalar şunlardır:

  • Ne bekliyordum?
  • Bu beklentiye girme sebeplerim neydi?
  • Beklentimle ters düşen neler oldu?
  • Bunlara verdiğim tepkiler nelerdi?
  • Daha iyi tepkiler verebilir miydim?
  • Benzeri bir durum olursa daha farklı neler yapabilirim?

Bunu soyut olarak düşündükten sonra yazıya geçirmek çok önemlidir.

Düşünceler soyut halde zihnimizde dolaştığı sürece aralarında sebep-sonuç ilişkisi kurmak zorlaşır, bazı düşünceler biz yakalayamadan uçup gider.

Yazdığınız zaman bu soyut düşünceleri somutlaştırmış olursunuz, gözünüzün önünde dururlar ve hiçbir yere kaçamazlar.

Gözünüzün önündeki somut şeyleri mantıksal çerçeve içinde birbirleriyle ilişkilendirmek her zaman daha kolaydır.

Tabii ki bu süreç ilk başta sancılı olacaktır.

İçeride birikmiş iltihabı boşaltmak ve yarayı dezenfekte etmek için kabuğu soymanız gerekir ve bu her zaman kısa vadede acı verir.

Bunun alternatifi; yaraya hiç dokunmamak ve iltihabın birikmesine, sonra da bütün vücuda yayılmasına müsaade etmektir.

Uzun vadeli fayda için kısa vadeli acıya katlanmak gelişmenin ve güçlenmenin gereğidir.

Sizi yıllardır rahatsız eden olumsuz anılarınızın üzerine detaylıca düşünüp yukarıdaki formatta yazdıktan sonra 3 ilâ 6 ay içerisinde olumlu etkilerini görmeye başlarsınız.

Artık bir parçanız geçmişte yaşamıyordur. Kendinizi tamamlanmış, bütün ve eksiksiz hissedersiniz. Benzer ve hatta daha karmaşık durumlara kendinizi maruz bırakmak için yeterli kudret ve dirayete sahip olmuşsunuz demektir.

Bu süreçten geçerken desteğe ihtiyacınızın olduğunu düşünüyorsanız danışmanlık alabilirsiniz.

Danışmanın objektif bakış açısıyla sizi dinlerken gözünüzden kaçabilecek detayları yakalaması ve bunları bulabilmeniz için sizi sorularıyla yönlendirmesi de faydalı olur.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Sevgiliniz mesajlarınızı geç mi yanıtlıyor?

Bir dakikadır telefonunuza dördüncü bakışınız.

Sevgilinizin çevrimiçi olup olmadığını kontrol ediyorsunuz, çünkü hem son görülmeyi hem de mavi tiki kapatmış.

“Napıyosun?” yazıp göndereli 43 dakika olmuş, hala cevap yok.

Halbuki o size sorsa hemen yanıtlardınız, o niye yanıtlamıyor?

Yoksa başkasıyla mı beraber?

Sabah size gününün yoğun geçeceğini söylemişti ama ya yalansa?

Yok yok, yalan değildir. Yalan söylemez herhalde. Ya başına bir şey geldiyse?

Arasanız mı acaba? Gerçi daha sabah konuşmuştunuz, sesi de gayet iyi geliyordu ama…

Kesin başka biri var! Zaten son zamanlarda eskisi kadar ilgi de göstermiyordu.

Eskiden daha çok arayıp sorardı, artık pek aklına gelmiyorsunuz gibi.

Gerçi yakın zamanda yeni bir işe girdi, belki de gerçekten yoğundur.

Ama olur mu canım? Seven insan en yoğun anında bile vakit ayırıp arardı!

Kesin artık sizi sevmiyor, sevse böyle yapar mıydı?

Ayrılık vakti geldi herhalde, o sizi terk etmeden siz onu terk etseniz iyi olur.


Yukarıdaki düşünceler aşağı yukarı çoğu insanın farklı durumlarda farklı sebeplerden çıkardığı farklı sonuçlara benzer.

Ortak nokta ise elde yeterli bilgi olmadan çok kısa sürede aşırı uçta çıkarımlar yapmaktır.

“Patron yazdığım raporu beğenmedi, kesin kovulacağım!”

“Arkadaşım neden günaydın dediğimde coşkuyla karşılık vermedi? Yaptığım bir şeye uyuz olmuş olmalı.”

Etkileşim içinde olduğumuz insanlarla aynı sayfada olup olmadığımızı ara sıra merak ederiz, bu çok normaldir.

Aşırıya kaçan nokta ise hikayedeki boşlukları kişinin tek başına doldurmaya çalışmasıdır.

Kişi, boşlukları tek taraflı doldurmaya çalışırken çoğunlukla olayı kişiselleştirir ve bazen de felaketleştirir.

Sevgilinizin mesajınıza geç cevap vermesinin milyon farklı sebebi olabilir, genellikle bunların pek azı sizinle ilgilidir.

Sizinle alakalı olup olmadığını anlamak için uygun bir zamanda, “Beni çok ihmal ediyorsun!” gibi suçlamalar yapmadan kendisine sormak sağlıklı iletişimin ilk adımıdır.

Patron örneğinde “Raporu nasıl yazmış olsaydım daha faydalı olurdu?” gibi açık ve net bir soru, ruh sağlığınız için kesin kovulacağınız çıkarımına varmaktan daha faydalıdır.

Günaydın örneğinde de “Bu sabah seni biraz keyifsiz gördüm, her şey yolunda mı?” sorusu da olayı kişiselleştirmeden, odağı kendinize değil arkadaşınıza döndürmeyi sağlar.

Bu sayede etkileşim içinde olduğunuz insan hakkında daha net bilgi edinebilirsiniz.

Elde ettiğiniz net bilgiler sayesinde aynı sayfada olup olmadığınızı anlamak daha kolay olur.

Aynı sayfada olup olmadığınızı merak ettiğiniz biriyle ilişkinize dair kafanızdaki boşlukları tek taraflı doldurmaya çalışmak, ironik olarak o kişiyle aynı sayfada olmamanıza sebep olur.

Çünkü o kişinin sizin kafanızdaki boşluklardan ve o boşlukları nasıl doldurduğunuzdan haberi bile yoktur.

Bu dinamik belirli bir süre devam ederse ilişkinin kopması kaçınılmazdır.

İki farklı kişinin aynı ilişkiyi yaşaması gerekirken aslında birbiriyle örtüşmeyen iki farklı ilişki yaşanmaya başlar.

Farklılıklar bariz hale gelmeye başladığında yollar duygusal olarak çoktan ayrılmıştır bile.

Bu noktada ya fiziksel olarak da ayrılınır ya da geriye dönüp yolun hangi noktada ayrışmaya başladığını bulmak gerekir.

Yolların hangi aşamada birbirinden ayrıldığını fark etmek çoğu çift için zordur.

Karşılıklı suçlamalar, savunmaya çekilmeler, dinlemeye ve öğrenmeye direnç göstermeler çok sık görülür.

Bu yüzden bazı çiftler danışmanlara başvurur.

Danışmanın tarafsız yönlendirmeleri ile çiftin duygusal açıdan yollarını yeniden birleştirmeleri çok daha kolay olur.

Danışmanlık randevusu almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Nasıl danışmanlık alabilirim?

Anne veya babanızla sorun yaşamak duygusal dengenizi bozabilir.

Eşiniz veya sevgilinizle anlaşamıyorsanız hayat kaliteniz önemli ölçüde düşmüş olabilir.

Uzun zamandır hayatınıza romantik bağlamda kimse girmemişse sevme ve sevilme ihtiyacı duymanız da son derece doğaldır.

Kardeşleriniz veya yakın arkadaşlarınızla aranıza mesafe girmişse bu size kendinizi yalnız hissettiriyor olabilir.

Bunların hepsinin ayrı ayrı içsel ve dışsal sebepleri vardır.

Dışsal sebepleri değiştirmek her zaman mümkün olmayabilir.

İçsel sebepleri yeniden düzenlemek için ise önce onların fakında olmak gerekir.

Çoğu insan çevresinde olup biteni dışsal faktörler üzerinden analiz etmeye yatkındır.

Örneğin;

“Annem bana böyle bir şey dediği için ben çıldırdım! Demeseydi öfkelenmezdim…”

… veya…

“Eşim bir kez olsun dediğimi yapsaydı aramız bu kadar kötü olmazdı.”

… gibi.

Bu cümlelerin sahibi kulağa edilgen ve yönlendirmeye açık gibi geliyor değil mi?

Halbuki çevremizde olup bitene her zaman verebileceğimiz birden fazla tepki vardır.

Ve bunların her birinin sonucu farklı olacaktır.

Ancak insan doğası alışık olduğunu tekrar etmeyi kolay bulur.

Bu yüzden de çoğu zaman benzer olduğunu düşündüğü olaylara, belki kökü çocukluğuna dayanan kemikleşmiş tepkileri vermeyi tercih eder.

Dolayısıyla kişinin yıllardır şikayet ettiği sonuçlar da kendilerini tekrar etmeye devam eder ve bir kısır döngü oluşur.

Bu kısır döngüyü kırmanın ilk adımı farkındalık kazanmaktan geçer.

Maalesef farkındalık edinmek, duygusal bir fırtınanın merkezindeki kişi için tek başına yapamayacağı kadar güç olabilir.

Bu durumda danışman devreye girer.

Danışman, seans boyunca anlattıklarınızı tarafsız bir bakış açısıyla dinler.

Duygusal sebeplerden dolayı gözünüzden kaçmış olabilecek detayları birbiriyle ilişkilendirir.

Bu birbirine bağlı dinamikleri fark etmenizi kolaylaştıracak yönlendirici sorular sorar.

Danışmanın sorularına cevap verirken aslında bu cevapları kendinize de vermiş olursunuz.

Dolayısıyla yıllardır kafanızın içinde karmaşık bir şekilde dönüp duran soyut düşünceler organize olarak somutlaşır.

Buna farkındalık kazanmak denir.

Sahip olduğunuz farkındalıklarla çevrenizde olup biteni daha önce denemediğiniz bakış açılarıyla yorumlamanız kolaylaşır.

Bu sayede yıllardır başınıza gelen benzer durumlara, sizi şikayet ettiğiniz noktaya getiren alışık olduğunuz tepkileri değil; farklı ve olumlu sonuçlar doğuracak yeni tepkiler verme imkanı kazanırsınız.

Seansların haftada bir şeklinde düzenli olması, bu farkındalıkları kazanmanın en verimli yollarından biridir.

Seans boyunca kazandığınız farkındalıkların üzerine düşünmek, içselleştirmek ve uygulamaya geçirmek için iki seans arasının bir hafta olması idealdir.

Her seans 50 dakika sürer.

Seanslara bireysel, çift olarak veya ailece katılmak mümkündür.

Yüz yüze veya internet üzerinden olmak üzere iki çeşit seans seçeneği vardır.

Ancak mümkün olan şartlarda yüz yüze seansın verimliliği daha yüksektir.

Danışan ve danışman arasındaki ses tonu, mimik, yüz ifadesi ve beden dilini sağlıklı yorumlamak için aynı mekanı paylaşıyor olmak daha faydalıdır.

Farklı şehirlerde yaşayan veya şartlardan ötürü yüz yüze seansa katılamayacak olan kişilerle internet üzerinden seans yapmak da farkındalık kazanma konusunda yardımcı olacaktır.

Seanslar hakkında detaylı bilgi almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Neden danışmanlık almalıyım?

Sabah olmuş, tatlı bir bahar güneşi pencereden içeri giriyor. Güneşin yeniden doğmasına sevinen kuşların cıvıltıları geliyor kulağınıza. Yataktan kalkmayı hiç ama hiç istemezken kafanızda tek bir soru dönüyor: “Neden uyandım?”


Saat 09:35, yine işe geç kaldınız. Mesaiye amirinizin tehditkâr sitemleriyle başlıyorsunuz. Zor duruma düşmenizin iş arkadaşlarınızın yüzüne memnuniyet olarak yansıması size şunu düşündürüyor: “Benim burada ne işim var?”


İşten çıktınız, karnınız acıkmış. Eve gidince ne yiyeceğinizi merak ederken dört gündür eşinizle konuşmadığınız aklınıza geliyor. Sahi, neyden ötürü tartışmıştınız onu bile hatırlamıyorsunuz. “Bu akşam nasıl geçecek?” diye kara kara düşünürken eve giden yol gözünüzde büyüyor.


Sofradan kalktınız, karnınız doymuş ama ruhunuz hala aç. Eşinizle aranızdaki gergin sessizlik anne-babanızın bitmek bilmeyen kavgalarını anımsatıyor. Zaten çocukluğunuza dair mutlu anların sayısı da tek tek sayacağınız kadar az. İçinizi kaplayan derin umutsuzluk zihninizi şu soruyla işgal ediyor: “Hep mi böyle olacak?”


Hayatın neresinde olduğunuzu bilmiyor, nereden geldiğinizi unutmuş veya nereye gitmek istediğinizi kestiremiyor olabilirsiniz. Bazı aile fertlerinizle aranız uzun zamandır bozuk, eşiniz veya sevgilinizle girdiğiniz sonu gelmeyen tartışmalar artık sizi boğmaya başlamış olabilir. Arkadaşlarınızla eskisi kadar sık görüşmüyor, hele bir de iş yerinde sorun yaşıyorsanız hayattan aldığınız keyfin hiç olmadığı kadar düşmüş olması kaçınılmazdır.


Bu gibi durumlarda neyin yolunda olmadığına, yanlış giden şeylerin nasıl düzelmesi gerektiğine tek başınıza karar vermek çoğu zaman kolay olmaz. Tarafsız bir danışmanın sizi dinleyerek farklı bakış açıları sunması, bir probleme birden fazla çözüm üretebilmenizi sağlar.


Bazı problemleri çözmek istemiyor ve olduğu gibi kalmasını da tercih ediyor olabilirsiniz. Bu tercihinizin sırtınızda duygusal bir yük haline gelip sizi yormasını istemiyorsanız problemi net bir şekilde tanımlamalı ve ardından probleme dair sağlıklı bir neden-sonuç ilişkisi kurmanız gerekir. Seanslarda danışmanın soracağı yönlendirici sorularla, ulaşmak istediğiniz noktaya çok daha kısa sürede kolaylıkla varabilirsiniz.


Danışmanlık hizmeti almak için tugrulkatkak@gmail.com adresine e-posta gönderebilir veya aşağıdaki butona tıklayarak WhatsApp üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Diğer yazıları için tıklayınız.

Mercedes S-Class 2021

Sınıfının öncüsü ve lideri olduğu tüm dünya tarafından kabul edilen Mercedes S-Class’ın yedinci nesli, tüm haşmetiyle aramızda. 1978’de ilk ABS’yi, 1981’de ise ilk hava yastığını otomobil dünyasına kazandıran S-Class yeni modeliyle müstakbel sahiplerine neler vaad ediyor, müdavimlerini ne gibi yeniliklerle şaşırtıyor, rakiplerine nasıl gözdağı veriyor? Birlikte inceleyelim.

Önce tasarımdan başlayalım. Yeni S-Class’ın dizayn dili, özellikle altıncı nesle kıyasla atalarına daha fazla sahip çıkarken modern görünebilmeyi başarmış. Zarafetinden bir şey kaybetmeden iddialı olmak zordur. Zevksizlik ve görgüsüzlüğe savrulmak işten bile değildir. Yeni S-Class’ın dış tasarımı bu hassas dengeyi incelikle koruyarak çevresindeki tüm dikkatleri üzerine çekiyor.

5.3 metre uzunluk ve 1.92 metre genişliğine rağmen ağırlığı sadece 1.990 kg. Aracın güvenliğini artırabilmek için kullanılan yüksek gerilimli çeliğin beraberinde getirdiği ağırlığı telafi edebilmek için bolca alüminyum malzeme kullanılmış. Öyle ki aracın genel ağırlığının yarısından fazlası alüminyum. Yedinci nesil S-Class’ın güvenlik önlemleri o kadar ileri seviyede ki, paranoyak biri bile kendini güvende hissedecektir.

Gömülü kapı kolu opsiyon olarak sunuluyor. Sahibinin yaklaştığını sensörleriyle algılayan araç, kapı kollarını otomatikman dışarıya doğru çıkararak sahibine hoş geldin diyor. Lüks ve şık bir özellik olmasının yanısıra, kapı kolları gömülüyken aracın özellikle yüksek hızlardaki aerodinamisi şaşırtıcı düzeyde artıyor. Bagaj hacmi 550 litre ile altıncı nesilden 20 litre daha büyük.

9-ileri otomatik vitese sahip S500 4Matic modeli, 3.0 litrelik turbolu, benzinli ve sıralı 6 silindirli motoru ile 429 beygir gücü ve 384 NM tork üretiyor. 2.9 litrelik dizel motor ise S350d modelinde 282 beygir, S400d 4Matic’te ise 325 beygir gücü sunuyor. Avrupa Blirliği yasaları gereğince muhtemelen içten yanmalı motora sahip son S-Class modeli olacak gibi görünüyor. S500 4Matic sıfırdan yüz km/s’ye 4.9 saniyede çıkarken bu süre S400d 4Matic’te 5.4, S350d’de ise 6.4 saniye olarak ölçülüyor.

Eco, Comfort, Sport ve Sport Plus isimli dört farklı sürüş modu bulunurken sürücünün kendine has sürüş modu geliştirmesine de izin veriliyor. Direksiyon sertliği, hızlanma şiddeti ve kompresyon yoğunluğunu dilediğiniz gibi ayarlayarak kişisel sürüş modunuzu belirleyebiliyorsunuz. Tabii ki S-Class’ın karakterine en uygun olanın Comfort modu olduğunu söylemeden geçmemek lazım.

Standart havalı süspansiyonlar tam olarak beklentiyi karşılayamasa da aracın konforsuz olduğunu söylemek mümkün değil. E-active isimli elektronik destekli süspansiyon paketini alırsanız sürüş konforunuz önemli derecede artacaktır. Frenlerin de daha iyi olabileceğini söyleyebiliriz. Her ne kadar otoban sürüş hızlarında kabin içi inanılmayacak kadar sessiz olsa da düşük hızlarda motor kendini hatırlatmak için “ben buradayım” diyor. Mercedes, kabin içine en çok ses girme ihtimali olan bölgelere gürültü emici akustik sünger koymuş ve anlaşılan işe de yaramış.

Düşük hızlarda devasa boyutlu S-Class’ın manevra kabiliyetini artırmak için arka tekerler, ön tekerlerin aksi istikametinde 10 dereceye kadar dönebiliyor. Bu sayede neredeyse hatchback bir araç kullanıyormuşçasına rahat manevralar yapabiliyorsunuz. Yüksek hızlarda aracın viraj performansını artırmak içinse arka tekerler ön tekerlerle aynı istikamette dönüyor ve savrulmayı azaltıyor.

Opsiyon olarak sunulan Digital Light teknolojisi ise sürücüye yardımcı olmak için tasarlanan başlıca bir yenilik. Ön farların ikisinde de ayrı ayrı bulunan 1.3 milyon adet mikro ayna sayesinde geceleri yola atlama ihtimali olan yaya veya hayvanların üzerine anında ışık tutabiliyor. Yolda herhangi bir çalışma varsa da yolun üzerine, sürücüyü ikaz edecek şekilde yol çalışması sembolü yansıtıyor. VW’nin IQ.Light teknolojisinden daha zeki olduğunu söylemek yanlış olmaz.

İç mekan hacmi, altıncı nesle kıyasla biraz daha ferah. Ön kapılardaki dirsek boşlukları neredeyse 4 santim, arkadakiler ise 2.5 santim genişlemiş. Aynı şekilde arka koltuktaki baş mesafesi de 1.5 santim yükselmiş. Koltukların her birinde 19’ar adet masaj motoru bulunuyor. 10 farklı masaj programı ile hem sürücünün hem de yolcuların konforu sağlanırken günün yorgunluğunu atmalarına da imkan tanıyor.

İç mekan tasarımı, teknoloji ile geleneği çok iyi harmanlamış. Sürücünün önünde üç boyutlu görsel sunabilen 12.3 inç büyüklüğünde dijital ekran var. Opsiyon olarak ön cama navigasyon talimatlarını hologram olarak yansıtma teknolojisini satın almak da mümkün. Konsolun ortasında bulunan 12.8 inçlik OLED ekranda ise aracın tüm ayarlarını kolaylıkla yapabiliyorsunuz. Aynı zamanda Yeni S-Class; 5 adet kamera, 5 adet radar ve 12 adet ultrasonik sensörlerden edindiği bilgileri de bu ekrana yansıtarak sürücünün işini kolaylaştırıyor. Sesle aktif olan sürüş asistanı; 27 farklı dili anlıyor ve biyometrik sensör sayesinde sürücünün nereye baktığını, el hareketlerini ve beden dilini analiz ederek herhangi bir uyuyakalma veya bilinç kaybı ihtimalinde uyarı veriyor. Direksiyonun iç yüzeyi deri iken dış yüzeyinin ise ahşap olduğunu da ekleyelim.

Torpido gözünde bulunan Mercedes’e özel parfüm, havalandırma sayesinde bütün araca yayılıyor. Arka koltukta yolculuk yapanlar için içecek soğutma-ısıtma donanımı da mevcut. S-Class’ı makam aracı olarak şoförüne kullandıranlar için faydalı olabilecek yeni bir özellik daha gelmiş. Ön koltukların arkasında bulunan ekranlarda şoförün gaza veya frene yüzde kaç şiddetinde bastığını eşzamanlı olarak izlemek mümkün. Aynı zamanda arka koltukların arasında bulunan ve çıkarıp takılabilen tablet üzerinden de aracın bütün ayarlarını değiştirebiliyorsunuz. 50’den fazla elektronik aksamın uzaktan güncellenebildiğini de söylersek Yeni S-Class’ın günümüz teknolojisine ne kadar iyi entegre olduğu daha net anlaşılır.

Tasarımıyla göz kamaştıran, sürüş performansıyla iş adamlarına kendi şoförlerini kıskandıran Yeni S-Class; konfor, teknoloji ve lüksü Mercedes standartlarında bir araya getirerek sınıfının lideri olduğunu bir kez daha kanıtlamış. İster ön koltuka isterseniz arka koltukta oturun, Yeni S-Class’ın içindeyken son derece tatmin edici bir tecrübe yaşayacağınıza emin olabilirsiniz.

Mutsuzluktan daha hızlı sürebilir misin?

“Bir sorunu ele almanın üç yolu vardır” derler.

Çözümü varsa çözersin. Çözümü yoksa görmezden gelirsin. Görmezden gelemiyorsan uzaklaşırsın.

Sorun çözmek hem zihinsel hem de fiziksel efor sarf etmeyi gerektirdiği için çoğu insan bunun yerine görmezden gelmeyi yeğler.

Ta ki sorunlar birikip artık görmezden gelemeyecek kadar büyüyene dek. Geriye son çare uzaklaşmak kalır.

Peki ya sorunlar zihnimizdeyse? Zihnimizden uzaklaşmak mümkün mü?

Aslında evet, pekala mümkün. Bunun alışılagelmiş birden fazla yöntemi var. Örneğin; aşırı alkol tüketimi, uyuşturucu madde kullanımı, obeziteye varacak kadar yeme bozukluğu, kendini sportif veya siyasi fanatizm gibi büyük davalara adamak vs.

Bunları yaparken zihnimiz ya uyuşmuş ya keskin tatlarla aşırı uyarılmış ya da üst bir iradeye emanet edilmiştir. Dolayısıyla zihin, uzaklaşmak istenilen sorunlarla yüzleşemeyecek kadar meşgul olur.

Ama ne uğruna?

Bu yöntemlerin her birinde zihindeki problemden kaçmak için bir şeyler feda edilir. Bazı fedakarlıklar büyük, aşikâr ve ânidir. Bazıları ise küçük veya gizli veya uzun vadelidir, insan çoğu zaman fedakarlık yaptığının farkına bile varmaz.

İşte bunlardan biri de yüksek hızla araç kullanmaktır. Özellikle de motosiklet sürmek.

Motosiklete; ulaşım, seyahat veya mesleki amaçlarla binmeye başlamış olabilirsiniz. Her ne amaçla binerseniz binin, şuna benzer bir lafı mutlaka etmişsinizdir: “motosiklet sürerken hiçbir şey düşünmüyorum, çok keyifli.”

Bunun sebebini detaylı anlatmak gerek.

İnsan vücudu ancak koşma hızında alabileceği darbelere karşı dayanıklıdır. Usain Bolt’un 44 km/s’lik rekorunu göz önüne alırsak ortalama 40 km/s’nin üstündeki hızlarda alabileceğimiz bir darbe bizi kolaylıkla öldürebilir veya ağır yaralayabilir.

Dolayısıyla insan vücudu, bu gibi durumlarda hayatta kalabilmek için adrenalin salgılar. Adrenalin hormonu; algılarımızı açar, kalp ritmimizi yükseltir ve kaslarımıza bolca oksijen göndererek hayatta kalma şansımızı artırmaya çalışır. Tabii ki hayatta kalmaya çalışan insanın aklına o an bilmem kaç yıl önce yaşadığı olumsuz bir anı gelmez. Bu yüzden adrenalin etkisi altındayken zihnimizdeki problemlerden kaçmış oluruz.

“İyi işte ne güzel, hem 40 km/s o kadar da yüksek bir sürat değil” diyeceklere kötü haber: adrenalin eşiği sürekli yükselir.

Örneğin; motosiklet sürmeye yeni başladığınız zamanlarda 40 km/s ile giderken vücudunuz diyelim ki 10 birim adrenalin salgılıyor. Bir süre sonra bu hıza alışacağınız için vücudunuzun salgıladığı adrenalin seviyesi düşmeye başlayacak. Zihniniz de ancak 10 birimlik adrenalinle boşalabildiği için düşmeye başlayan seviye olumsuz düşüncelerden kaçmanıza yetmeyecek. Vücudunuza yeniden 10 birimlik adrenalin salgılatmak için bu sefer hızınızı 50 km/s’ye yükselteceksiniz. Bu motivasyonla motosiklete bindiğiniz sürece o hıza da alışacağınız için sürüş hızınız giderek artacak.

Bir süre sonra 200 km/s hızla motosiklet sürerken bile vücudunuz neredeyse hiç adrenalin salgılamayacak. O noktada bazı insanlar motosiklete binmekten artık keyif almadığını fark edip başka kaçış yollarına başvurabiliyorlar. Bazıları ise aynı yöntemde ısrar edip sürdükleri motosikleti bir saatli bombaya dönüştürüyorlar.

Maalesef hangi hızda giderseniz gidin, kaçmaya çalıştığınız zihninizdeki olumsuz düşünceler sizden her zaman 1 km/s daha hızlı gidecek. Motosikletten indiğiniz anda karşınızda yine o düşünceleri bulacaksınız.

Kaçmaya çalışmak beyhude bir çaba olduğuna göre sorunlarınızla yüzleşmeyi tercih etmek kendiniz için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri olabilir. Bunu tek başınıza yapamayacağınızı düşünüyorsanız profesyonel destek alabilirsiniz.

Suzuki Jimny

1970’te ilk modeli üretilen Jimny, dördüncü nesli ile yeniden aramızda. 50 yılı aşkın bir sürede tüm dünyada 3 milyondan fazla satılan off-road aleminin haylaz çocuğu, günümüzün değişen dünyasına ayak uydurabilmiş mi? Cevap ayrıntılarda gizli.

Önce dış görünüş ile başlayalım, belki de Suzuki Jimny’nin en dikkat çeken özelliği retro dokunuşlara sahip tasarım dili. İlk üç neslin her birinden bir şeyler alan yeni nesil Jimny, geleneğine sadık kalmış. Ancak bunun da ötesinde, keskin ve kübik hatları sayesinde Land Rover Defender ve Mercedes G-Sınıfı’nın aşk meyvesi olarak nitelendirmek de mümkün. Dolayısı ile dizayn açısından sınıfı geçmiş diyebiliriz. Bu aracı almaya karar veren insanların en az yarısının en büyük sebebi dış görünüş olacaktır.

3.6 metre uzunluğu ve 1.6 metre genişliği ile Suzuki Jimny oldukça küçük bir araç. Bu durum şehir içindeki dar sokaklar ve kısıtlı park yerleri açısından avantaj olsa da iç mekanda işler tersine dönüyor.

Araca beş yetişkinin binmesi mümkün değil, en fazla dört yetişkinin sığabileceği bir kabin var karşımızda. Ayrıca tek kapı olması yüzünden arkaya oturacak kişilerin binip inmesi de pek kolay değil. Suzuki Jimny yüksek bir arazi aracı olduğu için arka koltuklarda bile baş mesafesi sorun olmuyor, diz mesafesi için ise aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Boyu 1.80 metre veya daha uzun olan birinin arka koltukta konforlu bir yolculuk geçirmesi hayalden öteye gidemiyor. Üstelik bu kısıtlı diz mesafesi için bile Suzuki mühendisleri bagaj hacminden feragat etmek zorunda kalmış.

Bu aracı almayı düşünenleri 85 litrelik şaka gibi bir bagaj hacmi bekliyor. Ancak arka koltukları yatırırsanız bagaj hacmi 377 litreye çıkıyor, bu da B segmenti bir hatch back’in ortalama bagajına denk geliyor. Dolayısı ile Suzuki Jimny için iki kişilik bir araç demek daha gerçekçi olacaktır. Arka koltuğa iki çocuk oturtmaya kalksanız bile eşyalarınızı koymaya yeriniz kalmayacak.

Her ne kadar dış tasarım ilgi çekici olsa da iç mekan tasarımı oldukça basit ve biraz da iç karartıcı. 90’lardan kalma gibi gözüken ön konsolda tek renk olan siyah hakim. 2021 yılında olduğunuzu hatırlatacak tek şey ön konsoldaki 9 inçlik dokunmatik multimedya ekranı. O da maalesef biraz geç tepki veriyor ve kullanımı pek kolay değil. Direksiyonun sadece yükseklik ayarını yapabilmek mümkün, Suzuki derinlik ayarı imkanı tanımamış.

Kapılarda, sürücü ve ön koltukta oturan yolcunun dirseklerini rahatlıkla dayayabilecekleri kadar geniş bir bölme yok. Bu yüzden iri insanlar aracın içinde kendini sıkışmış hissedebilir. İç mekanda kullanılan neredeyse bütün aksamlar sert plastik bir malzeme, çok kaliteli gözükmese de sağlam oldukları anlaşılıyor.

Gelelim sürüşüne. 102 beygir gücü üreten 1500 cc’lik turbosuz benzinli motoru, 4×4 çekiş sistemi ve 4-ileri otomatik şanzımanı bize bu aracın düşük hızlarda kullanılmak için üretildiğini söylüyor. Öyle ki son hızı olduğu iddia edilen 160 km/s’ye ulaşabilmek için derviş sabrı gerekli. Rahatlıkla çıkabildiği 140 km/s hızda da sürüş pek konforlu değil, özellikle motor gürültüsü kabin içine çok fazla geliyor. Ayrıca arazi sürüşü için dizayn edilen yumuşak ve uzun süspansiyonlar da hem virajlarda hem de yüksek hızlarda aracın savrulmasına yol açıyor. Konforlu sayılabilecek en yüksek hız için 100 km/s diyebiliriz. Bu yüzden Jimny ile uzun yola çıkmak iyi bir fikir olmayabilir.

Off-road’da ise durum değişiyor. Suzuki Jimny ile aşamayacağınız arazi koşulu pek az. Bunda aracın yerden yüksekliği, elektronik diferansiyel kilidi, yaklaşma, tırmanma ve uzaklaşma açıları ile düşük aralıklı arazi vitesinin etkisi büyük. Ayrıca yokuş çıkma ve inme asistanlarını da saymadan geçmeyelim. Bu açıdan bakarsak Jimny safkan bir arazi aracı. Dolayısı ile vaktinizin çoğunluğunu asfalt dışında geçirecekseniz bu aracı satın almak makul olabilir. Çünkü Şubat 2021 itibarı ile Suzuki Jimny’nin fiyatı 370.000 TL. Full donanımlı 4×4 bir Vitara’dan bile daha pahalı.

Bu yüzden ara sıra araziye girmekten hoşlanan biriyseniz; 217.000 TL’ye 1.3 benzinli ve turbolu motoru ile 150 beygir gücü üreten 4×4 bir Dacia Duster almak sizi daha mutlu edebilir. Suzuki Jimny, farklı olmayı ve dikkatleri üzerine çekmeyi seven maceraperestler için ideal bir arazi aracı gibi gözüküyor.